Krizde Koordinasyonun Kayıp Saatleri: Depremlerin İlk 72 Saati

Türkiye, doğal afetler ve özellikle depremlerle sık sık karşı karşıya kalan bir ülkedir. Bu coğrafi gerçeklik, Türkiye’nin afet yönetimi sistemini sürekli olarak gözden geçirmesini ve geliştirmesini zorunlu kılmaktadır.

Giriş

Türkiye, doğal afetler ve özellikle depremlerle sık sık karşı karşıya kalan bir ülkedir. Bu coğrafi gerçeklik, Türkiye’nin afet yönetimi sistemini sürekli olarak gözden geçirmesini ve geliştirmesini zorunlu kılmaktadır. 1999 Marmara Depremi sonrasında, afet yönetiminde koordinasyon eksiklikleri ve çok başlılık gibi sorunlar net bir şekilde ortaya çıkmış, bu sorunların çözümü amacıyla 2009 yılında AFAD kurularak afet yönetimi tek bir çatı altında toplanmıştır. Ancak 6 Şubat 2023’te Kahramanmaraş merkezli meydana gelen depremler, mevzuatta yapılan iyileştirmelere rağmen uygulamada ciddi sorunların hala mevcut olduğunu göstermiştir. Bu durum, afet yönetiminde koordinasyonun hayati önemini bir kez daha gözler önüne sermektedir. Toplumu oluşturan tüm paydaşların katılımıyla koordineli bir afet yönetim sisteminin kurulması ve sürdürülmesi, gelecekte yaşanabilecek felaketlerin etkisini en aza indirmek için elzemdir.

Bu çalışma, depremlerin ardından geçen ilk 72 saatte yaşanan koordinasyon sorunlarını ve bu sorunların neden olduğu kayıpları incelemektedir. Çalışmanın amacı, Türkiye’nin afet yönetimi sistemindeki mevcut sorunları tespit etmek, bu sorunların kökenlerini ve sonuçlarını analiz etmek, ayrıca gelecekte benzer felaketlerin etkilerini en aza indirmek için çözüm önerileri sunmaktır. Bu çerçevede çalışmada, afet yönetimi sürecine dahil olan tüm paydaşların—kamu kurumları, sivil toplum kuruluşları, özel sektör ve vatandaşlar—nasıl daha etkili bir şekilde entegre edilebileceği ve koordinasyonun nasıl güçlendirilebileceği ele alınmaktadır. Ayrıca araştırma, Türkiye’nin afet yönetimi kapasitesini artırmak için hangi stratejik adımların atılması gerektiği konusunda somut öneriler sunulmuştur.

Çalışma kapsamında incelenen 6 Şubat 2023’te Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan merkezli 11 ili etkileyen depremler, mevzuatta yapılan iyileştirmelerin uygulamada ne denli yetersiz kaldığını acı bir şekilde ortaya koymuştur. Bu depremler sonrasında arama-kurtarma ve temel ihtiyaçların karşılanmasında neden ciddi koordinasyon sorunları yaşandığı ve hayati hizmetlerin sunulmasında hangi eksikliklerin ortaya çıktığı; sivil savunma ve afet yönetimi uzmanları, depremzedeler ve sivil toplum temsilcileri ile yapılan görüşmeler ve kamuoyuna yansıyan bilgiler ışığında değerlendirilmiştir.

Deprem Yönetiminde 23 Yıl: Yasal Düzenlemelerin Serüveni

Türkiye’de afet yönetiminde 2009 yılında, önemli bir dönüm noktası yaşandı. 2009 yılı öncesinde afet yönetimi, Sivil Savunma Genel Müdürlüğü, Afet İşleri Genel Müdürlüğü ve Türkiye Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü tarafından yürütülen üçlü bir yapı üzerinden gerçekleştiriliyordu. Ancak, 1999 Marmara Depremi sonrasında bu yapı, koordinasyon eksikliği ve yetki karmaşası nedeniyle eleştirildi. Bunun sonucunda 2009 yılında, afet yönetimi tek bir çatı altında toplanarak, Başbakanlığa bağlı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) kuruldu. Bu yapı ile afet müdahale hizmetleri tek elden yönetilmeye başlandı ve illerde İl Afet ve Acil Durum Müdürlükleri ile Arama ve Kurtarma Birlik Müdürlükleri oluşturuldu. Kurum, 2018 yılında 4 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile İçişleri Bakanlığına bağlandı. Resmi Gazete’de yayımlanan kararnamede, AFAD’ın merkez ve taşra teşkilatlarından oluşan birimleri tanımlandı. Başkanlığın görevleri, afet ve acil durumlar ile sivil savunma hizmetlerinin etkin bir şekilde yürütülmesi, hazırlık ve risk azaltma çalışmalarının koordine edilmesi, müdahale ve iyileştirme süreçlerinin yönetilmesi ve yurt içi ile yurt dışı insani yardım operasyonlarının koordine edilmesi olarak belirlendi.

2014 yılında Türkiye Afet Müdahale Planı (TAMP) geliştirildi. TAMP, afet ve acil durumlara müdahalede görev alacak çalışma gruplarının ve koordinasyon birimlerinin rollerini tanımlamak amacıyla hazırlandı. Plan, tüm hizmetlerin entegre bir yapıda ve modüler olarak yönetilmesini amaçladı. TAMP’ı destekleyen önemli unsurlardan biri, afet anında ihtiyaç duyulacak geçici barınma malzemelerinin zamanında ulaştırılabilmesi için Türkiye genelinde kurulan 27 Afet Bölgesel Lojistik Depo ve 54 Lojistik Destek (Cep) Deposudur. Bu depolardan, ihtiyaç halinde dakikalar içinde yola çıkabilecek şekilde tırlar hazırlanabilmektedir. Depolarda 82.835 çadır, 48.979 yatak, 122.148 battaniye, 70.072 yastık-çarşaf seti ve 19.859 mutfak seti ile seyyar tuvalet stoklanmıştır. Bu sistem, afet sonrası hızlı ve etkin bir müdahale için kritik öneme sahip. 2022 yılında güncellenen TAMP, afet ve acil durum hizmetlerinin koordinasyonunu AFAD’a verdi.

AFAD, afet anında hızlı müdahale ve kaynak yönetimini etkin bir şekilde gerçekleştirmek amacıyla Afet Yönetim ve Karar Destek Sistemi (AYDES) adlı bir sistemi hayata geçirdi. AYDES, coğrafi bilgi sistemleri üzerine inşa edilmiş ve anlık veri akışı ile koordinasyonu sağlayan bir web tabanlı uygulamadır. Bu sistem, afet anında ihtiyaç duyulan malzemelerin lojistik depolardan hızla temin edilmesi ve dağıtılması gibi süreçleri de yönetir.

AFAD’ın yönetiminde, hizmet gruplarının görev ve sorumluluklarına göre yetkilendirilmesi, arama-kurtarma ekiplerinin koordinasyonu ve ihtiyaçların düzenli bir şekilde karşılanması için gerekli tüm yapılar kurulmuş ve mevzuat açısından önemli adımlar atılmıştır. Bu sistem, koordinasyonun sağlanması durumunda afet sonrası arama-kurtarma ve yardım süreçlerinde etkin bir çerçeve sunmaktadır.

“Depremin İlk 72 Saati: Kriz Anında Neler Yaşandı?”

6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan merkezli depremler, mevzuatta yapılan iyileştirmelerin uygulamada yetersiz kaldığını açıkça ortaya koymuştur. Peki, bu depremler sonrasında arama-kurtarma ve temel ihtiyaçların karşılanmasında, özellikle koordinasyon alanında neden bu kadar ciddi sorunlarla karşılaşılmıştır? Depremler sonrası sunulması gereken hayati hizmetlerde hangi koordinasyon eksiklikleri yaşanmıştır? Bu sorulara yanıt bulmak amacıyla, sivil savunma ve afet yönetimi alanında uzman eski devlet görevlileri, depremzedeler ve sivil toplum örgütü temsilcileri ile yapılan görüşmeler ve kamuoyuna yansıyan haberler ışığında, aşağıdaki değerlendirmeler yapılmıştır:

  • Depremin en kritik günlerinde, illerde kriz yönetim merkezleri ile kurtarma ve ilkyardım komiteleri arasında ciddi bir koordinasyon sorunu yaşanmıştır. Mevzuata göre, arama ve kurtarma çalışmalarını yürütmek için gerekli personel, ekipman ve malzemenin tespitini yapmak, ilgili hizmet gruplarını görevlendirmek ve gruplar arasındaki koordinasyonu sağlamak AFAD’ın sorumluluğundadır. Ancak, deprem sırasında bu hizmet grupları arasında büyük organizasyon sorunları ortaya çıkmıştır. Afet sonrası merkezi otoriteye zamanında bilgi verilmesi ve kriz yönetim merkezlerinin hızlıca toplanması, müdahale süreçlerinde yaşanacak gecikmeleri ve karmaşayı en aza indirmek için hayati öneme sahiptir. Ne yazık ki, deprem sonrasında bu merkezler ve komiteler zamanında toplanamamış ve etkin bir şekilde çalışamamıştır. Hatta, siyasi kaygılar nedeniyle kritik görevlerdeki kişilerle bile doğru zamanda iletişim kurulamadığı görülmüştür. Bu durumun somut bir örneği, deprem sonrası Hatay’da İl Afet ve Acil Durum Koordinasyon Kurulu’nun doğal üyesi olan muhalefet partili Büyükşehir Belediye Başkanı ile ne yerel ne de merkezi düzeyde iletişime geçilememesidir.
  • Deprem sonrasında gerekli koordinasyon sağlanamadığı için, AFAD tarafından 2013 yılında geliştirilen AYDES etkin bir şekilde kullanılamamıştır. AYDES, afet ve acil durumlarda kaynakları etkin bir şekilde yönetmek ve karar destek mekanizmalarını hızlandırmak için tasarlanmış bir web tabanlı uygulamadır. 2019 yılında, Kahramanmaraş merkezli 7,5 büyüklüğünde bir deprem senaryosu üzerine yapılan ulusal bir tatbikatta AYDES’in işleyişi test edilmiş ve tatbikat başarılı olarak kamuoyuna yansıtılmıştır. Tatbikatın, yerel ve ulusal düzeydeki hizmet gruplarının koordinasyonunu sorunsuz bir şekilde sağladığı iddia edilmiştir. Ancak 2023 yılında gerçekleşen gerçek depremde, tatbikatta başarılı görülen tüm adımlar, en kritik ilk 72 saatte yaşanan koordinasyonsuzluk nedeniyle başarısızlığa dönüşmüş ve büyük bir yıkıma yol açmıştır. AYDES’in bu süreçte etkin kullanılamaması, ihtiyaçların tespiti, kaynak yönetimi ve müdahale süreçlerinde ciddi aksaklıklara neden olmuştur.
  • Depremlerden sonra arama ve kurtarma alanında yaşanılan koordinasyonsuzluk, can kayıplarının artmasına neden olmuştur. Yapılan mevzuat düzenlemeleri incelendiğinde; Türkiye’de afetlere yönelik mevcut müdahale ve acil yardım planlarının temel felsefesi; afete ilk müdahalenin afetin olduğu bölgeden yapılmasıdır. Ancak AFAD ana koordinasyonunda olan arama-kurtarma ekiplerinin, deprem sonrasında hayati önem içeren en kritik saatlerde, bölgeye müdahaleleri gecikmiştir. Yaşanılan bu gecikme, hizmet grubu içerisinde yer alan sivil toplum örgütlerinin kendi inisiyatifleri doğrultusunda giderilmeye çalışılsa da gerekli yasal izinlerin bu gruplara verilmediği görülmüştür. Hizmet grubunda yer alan sivil toplum örgütlerinin organize ettiği gönüllü kurtarma ve ilkyardım hizmeti sunacak ekiplerin afet bölgesine ulaştırılmasında resmi gruplar için gereken bürokratik süreçler söz konusu olmamasına rağmen (deprem bölgesine kolaylıkla mobilize olmalarına rağmen) arama kurtarma hizmetlerine bölgede AFAD tarafından onay ve yetki verilmemiştir. Gerekçe olarak da önce AFAD’a bağlı arama-kurtarma ekiplerinin bölgeye müdahalesinin beklenmesi gerektiği, belirtilmiştir. Arama-kurtarma ekiplerinin bölgeye intikal etmesinin ardından müdahale hizmetlerini içeren tüm eylem ve faaliyetler için AFAD Merkezi’nden onay beklenilmesi gerektiği vurgulanmış ve onay gelmeden faaliyete başlanamamıştır. Deprem sonrasında arama-kurtarma gibi temel bir önem sahip olan hizmet alanının faaliyete geçmesi için onay verme ve onay bekleme işlemleri ayrı bir tartışmanın konusudur. Ancak onay verilmesi dâhilinde yerel düzeyde İl Afet ve Acil Durum Koordinasyon Kurulları ve İl AFAD Merkezleri yerine, ulusal düzeyde onay beklenilmesi anlaşılamamıştır. Bu durum depremden sonra yaşamın idame etmesi için elzem olan anlarda, arama-kurtarma müdahalelerini geciktirmiş ve bu durum can kayıplarının artmasına neden olmuştur.
  • Deprem sonrası askeri birliklerin bölgeye sevkinde yaşanan gecikme, arama-kurtarma çalışmalarında ciddi koordinasyon eksikliklerine yol açmıştır. EMASYA Protokolü (Emniyet-Asayiş-Yardımlaşma ifadelerinin kısaltılmış hali), askerin şehirlerdeki toplumsal olaylar ve doğal afetlere (sel, yangın, deprem gibi) müdahale etmesine olanak tanıyordu. Protokol, yeterli sivil müdahale gücünün bulunmadığı durumlarda askerin, sivil kontrol altında yardım sağlamasını mümkün kılıyordu ve asker, vali izni olmadan harekete geçebiliyordu. Ancak, 2010 yılında darbeye zemin hazırlama endişesiyle bu protokol kaldırıldı ve sonrasında askerin doğal afetlere müdahalesi için valilik iznine tabi hale getirildi. Bu durum, valilerin inisiyatif almayarak askeri sevkiyatı geciktirmesiyle sonuçlanmıştır. Depremin ikinci gününde, eleştiriler sonrası bölgeye 3500 ve ardından 4500 asker sevk edilmiştir. Ancak, bu sayı Marmara depremiyle kıyaslandığında çok yetersiz kalmıştır. Marmara depreminde kilometrekare başına 0,69 asker düşerken; Kahramanmaraş depreminde bu oran 0,03 asker olarak hesaplanmıştır. Bu düşük oran, arama-kurtarma faaliyetlerinin yetersiz kalmasına, depremzedelerin yardımlara ulaşamamasına ve yabancı ekiplerin koordinasyonunda sorunlara neden olmuştur.
  • Deprem sonrası en kritik saatlerde, AFAD’a ait lojistik depolarda bulunan hayati malzemelerin ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmasında ciddi organizasyonel sorunlar yaşanmıştır. Türkiye genelinde 27 Afet Bölgesel Lojistik Depo ve 54 Lojistik Destek Deposu bulunmasına rağmen, depremden etkilenen Kahramanmaraş, Adıyaman, Diyarbakır ve Kilis gibi illerde bu depoların zamanında açılmadığı ve gerekli malzemelerin dağıtılmadığı tespit edilmiştir. Hatay, Gaziantep, Şanlıurfa ve Malatya’daki daha küçük lojistik destek depoları da benzer sorunlarla karşılaşmıştır. Bu eksiklikler nedeniyle, ihtiyaç duyulan malzemeler, çevre illerden gelen vatandaşlar, sivil toplum örgütleri ve özel sektör temsilcileri tarafından sağlanmıştır. AFAD’ın depolarındaki malzemelerin zamanında dağıtılamaması, deprem sonrası müdahale sürecinde büyük bir aksaklığa neden olmuştur.
  • Deprem sonrası yurt içi ve yurt dışından gönderilen yardım malzemelerinin ayrıştırılması ve dağıtımında ciddi koordinasyon sorunları yaşanmıştır. TAMP’a göre bu süreç, İçişleri Bakanlığı ve AFAD’ın ana koordinasyonunda yürütülmelidir. Ancak gönderilen yardımların kabulü, kaydı, depolanması ve dağıtımında büyük sıkıntılar ortaya çıkmıştır. Yardımların büyük kısmı il merkezlerine odaklanırken, kırsal alanlar ihmal edilmiştir. Giysi ve gıda yardımlarında yaşanan organizasyonsuzluk, bu malzemelerin ihtiyaç sahiplerine zamanında ulaşmasını engellemiş, bazı yardımların ziyan olmasına yol açmıştır. Yardım tırlarının bölgede uzun süre bekletilmesi, siyasi kaygılar nedeniyle tırların üzerindeki bilgilendirici flamaların değiştirilmesi gibi uygulamalar, yardımların zamanında dağıtılmasını geciktirmiştir. Ayrıca, hijyen malzemelerinin ve seyyar tuvaletlerin bölgeye geç ulaşması, salgın hastalık riskini artırmıştır. Ölenlerin defin işlemlerinde yaşanan yetersizlikler ise cesetlerin açık alanlarda birikmesine ve salgın tehlikesine neden olmuştur. Bu sorunlar, toplumda yardımların yerine ulaşıp ulaşmadığı konusunda büyük bir güvensizlik yaratmıştır.
  • Afet sonrası ulaşım ağları, limanlar ve havaalanlarındaki hasarların onarılmasında ciddi uyumsuzluklar ve işbirliği eksiklikleri ortaya çıkmıştır. Bu eksiklikler, afet sonrası kriz yönetimi için hayati olan ulaşım hizmetlerine erişimi engellemiştir. Hatay Havaalanı, deprem sonrası ciddi hasar alarak kapatılmış, İskenderun Limanı’nda kimyasal yangın çıkmış ve ana yollar zarar görmüştür. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’nın sorumlu olduğu bu alanlarda, koordinasyon eksikliği nedeniyle muhalefet partilerine ait belediyelerin müdahalelerine izin verilmemiş, bu da hasarların giderilmesini geciktirmiştir. Bakanlık, süreci kendi eliyle yürüttüğünü belirtmiş ancak yerel yönetimlerin katkılarına kamuoyu açıklamalarında yer vermemiştir. Bu durum, siyasi kutuplaşmayı derinleştirmiştir.
  • Yabancı arama-kurtarma ekiplerinin deprem bölgesine ulaşması ve faaliyetlere katılması sürecinde ciddi uyumsuzluklar ve organizasyon sorunları yaşanmıştır. Kahramanmaraş depremi sonrası Cumhurbaşkanı tarafından en yüksek alarm seviyesi olan 4. derece alarm ilan edilmiş ve uluslararası yardım çağrısı yapılmıştır. Bu çağrıya 74 ülkeden arama-kurtarma ve sağlık ekipleri yanıt vermiştir. Ancak yabancı ekiplerin havaalanlarından afet bölgelerine ulaştırılmasında plansızlıklar yaşanmış, ekipler saatlerce bekletilmiş ve müdahale süreçleri gecikmiştir. Ayrıca, tercüman eksikliği ve yeterli rehberlik sağlanamaması, iletişim problemlerine yol açmış; Türk ve yabancı ekipler arasında yaşanan uyumsuzluklar, arama-kurtarma çalışmalarını olumsuz etkilemiştir. Özellikle, enkaz kaldırma kararları konusunda yaşanan anlaşmazlıklar ve bölgede artan güvenlik sorunları, yabancı ekiplerin bölgeden erken ayrılmalarına neden olmuştur.
  • Deprem sonrasında müdahale hizmetlerinde yaşanan koordinasyon eksiklikleri ve bunun yarattığı sorunları dile getiren bazı sosyal medya platformlarının sınırlandırılması, ulusal düzeyde bilgi alma hakkını engellemiştir. Deprem bölgesinde doğalgaz, içme suyu, atık su şebekeleri, elektrik ve haberleşme sistemleri zarar görmüş, bu durum iletişimi ciddi şekilde aksatmıştır. Bu kesintiler, yardım faaliyetlerinin ve temel ihtiyaçların paylaşılması için sosyal medyanın daha yoğun kullanılmasına yol açmıştır. Ancak Afet İletişim Grubu’nun ‘bant daraltma’ uygulamasıyla sosyal medya erişimi yaklaşık 9,5 saat boyunca kısıtlanmış, bu da hem depremzedelerin yardım çağrılarının duyulmasını hem de yardım ulaştırmak isteyenlerin bilgiye erişimini zorlaştırmıştır.
  • Afet sonrasında insani yardım hizmetlerindeki koordinasyon eksiklikleri, ulusal çapta faaliyet gösteren yardım kuruluşlarına fatura edilmeye çalışılmıştır. Ana koordinasyon kurumları afet sonrası ihtiyaç duyulan yardımları zamanında karşılayamayınca bu boşluk yardım kuruluşları tarafından doldurulmaya çalışılmıştır. Vatandaşlar deprem vergilerinin nereye harcandığına dair belirsizlik ve hükümete olan güvensizlik nedeniyle devletin organize ettiği kampanyalar yerine, güvenilirlikleriyle bilinen yardım kuruluşlarına yönelmiştir. Bu süreçte, Ahbap Derneği’nin yaptığı yardımlar, geniş çapta destek görmüş ve kamuoyunda AFAD’ın kampanyalarını gölgede bırakmıştır. Bunun sonucunda, hükümete yakın bazı çevrelerden derneğe yönelik sert eleştiriler ve yıpratma girişimleri ortaya çıkmıştır.
  • Deprem bölgesinde güvenlik güçlerinin sevk ve idaresindeki koordinasyon eksiklikleri, güvenlik ve asayiş sorunlarının artmasına yol açmıştır. Kriz yönetimlerinin, deprem sonrası güvenlik ve düzeni sağlaması öncelikli bir görevdir. Ancak bazı hırsızlık ve yağma olayları, özellikle Suriyeliler gibi yabancı uyruklulara mal edilmiştir. Bu durum, toplumsal provokasyonlara ve Suriyelilere yönelik hedef göstermelere zemin hazırlamıştır. Bu tür iddialar, ulusal düzeyde tehlikeli bir gerilime yol açma potansiyeli taşırken gönüllülerin güvenlik kaygıları nedeniyle bölgeden ayrılmasına da neden olmaktadır.
  • Bugünlerde önemi bir kez daha anlaşılan AFAD gibi önemli bir kurumda liyakata ve kişinin uzmanlık alanına göre görev tayini olmaması, devletteki yozlaşmayı gösterir niteliktedir. Afet bölgesinde yaşanan büyük kaos nedeniyle gözler, kuruluş amacı afetlerin önlenmesi, afetlere etkin müdahale edilmesi, koordine, kurum ve kuruluşlar arasında işbirliğinin sağlanması olan AFAD’a çevrilmiştir. 2009’da İçişleri Bakanlığına bağlı olarak kurulan AFAD, kurulduğu günden beri her afet sonrası tartışmaların ve eleştirilerin odağı olmuştur. Kurumun işleyişi, yeteri kadar uzman kişiyi istihdam edip etmediği, bu personelin hepsinin liyakata göre seçilip seçilmediği gibi konularda hep soru işareti vardı. AFAD aslında eleştirilerin ne kadar haklı olduğunu, kendi raporlarıyla ortaya koymuştur. 23 Kasım 2022’de yani büyük depremden sadece 2,5 ay önce Düzce’nin Gölyaka ilçesinde meydana gelen 5,9 büyüklüğündeki depreme yönelik AFAD tarafından bir analiz raporu hazırlanmıştır. Rapor, AFAD’ın olası depremlerde özellikle koordinasyon alanında neden başarısız olduğunu gösterir niteliktedir. AFAD tarafından kaleme alınan bu rapor kurumun kendi öz eleştirisini içermektedir. Rapor özetle aşağıda belirtilen şu tespitleri yapmaktadır:
    • Deprem sonrası koordinasyonun sağlanamadığı,
    • toplanma alanlarının yanlış seçildiği,
    • çadır takibinin yapılamadığı,
    • yemek dağıtımında sorunlar yaşandığı,
    • uzman kadro yerine öğretmen ve imamlardan ekip kurulduğu,
    • Nicelik ve nitelik olarak yetersiz arama kurtarma personelinin ancak 2 gün sonra Düzce iline ulaştığı vurgulanmıştır.

    AFAD’ın 2022 yılı Performans Programına göre AFAD’ın merkez teşkilatında 549, il müdürlüklerinde 5294 olmak üzere toplamda 5843 tam zamanlı çalışanı bulunmaktadır. İl müdürlüğü teşkilat yapısı, çalışanları avukatlık, genel idare, sağlık, teknik ve yardımcı hizmetler olarak 5 ayrı hizmet koluna ayırmaktadır. Bu hizmet kolları dışında sürekli işçiler ve il müdürlüğü kadroları bulunmaktadır. Raporda her bir hizmet kolunda bulunan çalışan sayısı detaylı olarak verilmektedir. 2022 yılında AFAD’da tam zamanlı çalışan arama ve kurtarma teknisyenlerinin sayısı 1798’dir. Bu rakam toplam çalışan sayısının yüzde 30,7’sini oluşturmaktadır. Bu oran AFAD gibi temel görev ve faaliyet alanı afetlerle mücadele etmek olan bir kurumun afetlere müdahale eden ve en temel ihtiyacı olan arama-kurtarma personel sayısının yetersizliğini göstermektedir.

  • Ülkenin afet yönetiminden sorumlu kurumunun, bu kadar yetersiz kalmasının arkasında ise hemen her kurumda karşılaşılan liyakatsız kadrolaşma yatmaktadır. Liyakat sorununu AFAD’ın taşra teşkilatlarında görev yapan il müdürleri üzerinden görmek mümkündür. Bu çalışma kapsamında 81 ilde AFAD il müdürlerinin eğitim ve görev süresi bilgilerine erişilmeye çalışılmıştır. Çalışma kapsamında 65 il müdürünün bilgisine erişilmiş; 16’sı hakkında herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştır. Yapılan inceleme ve araştırmaya göre 65 il müdürünün sadece 15 tanesi, arama-kurtarma hizmetlerini doğrudan ilgilendiren; yer bilimi/inşaat ve sağlık bilimlerinde lisans düzeyinde eğitim ve öğrenim görmüşlerdir. Bu 15 il müdürünün hiçbiri deprem bölgesinde görev yapmamaktadır. Geri kalan 50 il müdürünün 38’i Anadolu Üniversitesi’nin (Bu il müdürlerinin birçoğunun örgün eğitim değil; açık öğretimden mezun oldukları tarafımızca değerlendirilmektedir). İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nden mezun olmuşlardır. Kalan 12 il müdürünün lisans mezunu oldukları dışında herhangi bir bilgiye erişilememiştir. Başka bir ifadeyle Türkiye’de 81 il müdüründen sadece yüzde 16’sı, arama-kurtarma faaliyetleri ile alakalı bir öğrenim ve tecrübe sahibidir.

Sonuç Yerine

Depremler, belirsizlik oranı en yüksek ve en fazla can ve mal kaybına neden olan doğal afet türlerinden biridir. Türkiye, yüksek deprem riski altında bulunan bir ülke olup topraklarının yüzde 96’sı deprem tehdidi altındadır. Nüfusun yüzde 98’i ise doğrudan ya da dolaylı olarak bu riskten etkilenmektedir. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana 40’tan fazla büyük deprem yaşanmış ve bu depremler ciddi can ve mal kayıplarına yol açmıştır. 1939 Erzincan Depremi ve 1999 Marmara Depremi, Türkiye’nin deprem tarihinde derin izler bırakmış, binlerce insanın hayatını kaybetmesine ve yüzbinlerce yapının hasar görmesine neden olmuştur.

6 Şubat 2023’te Kahramanmaraş merkezli meydana gelen depremler, son 150 yılın en büyük depremleri arasında yer almış ve yine büyük yıkımlara neden olmuştur. Bu depremde koordinasyon eksiklikleri nedeniyle büyük kayıplar yaşandığı görülmüştür. Depremin ilk üç gününde yaşanan bu koordinasyonsuzluk mevcut afet yönetim sisteminin yetersizliğini bir kez daha ortaya koymuştur. 1999 depreminden bu yana geçen 23 yılda, afet yönetiminde gereken ilerlemenin kaydedilemediği, aksine koordinasyonun daha da zayıfladığı anlaşılmaktadır. Bu durumun temel sebepleri arasında liyakatsiz bürokrasi, uzman olmayan kişilerin yönetimde bulunması, bilgi akışını engelleyen bir sistem ve genel olarak yönetimsizlik yer almaktadır. Bu eksikliklerin giderilmesi, gelecekte benzer felaketlerin yaşanmaması için acil önlemler alınmasını zorunlu kılmaktadır.

Bu çalışma, sivil savunma ve afet yönetimi alanında uzman kişilerin, sahada görev yapan yetkililerin, depremzedelerin ve sivil toplum örgütlerinin görüşlerine dayanarak, depremle mücadelede daha dirençli kentler ve toplumlar oluşturmak için bir dizi öneri sunmaktadır.

Türkiye’de depremin ilk anında geçerli olan olağan dönem kuralları nedeniyle, afetlere yönelik hazırlanan kapsamlı mevzuat, “siyasi kaygılardan arındırılmış” bir şekilde öncelikli olarak uygulanmalıdır. 2009 yılında geliştirilen bütünleşik afet yönetimi mevzuatı, özellikle arama-kurtarma faaliyetlerinde koordinasyonu sağlamak için geliştirilebilir ölçüdedir. Ancak uygulama sürecinde bu mevzuatın etkin şekilde uygulanmadığı görülmektedir. Bu durum, mevcut yasaların ve yönetmeliklerin siyasi etkiler, liyakatsizlik ve aşırı merkezileşme nedeniyle ihmal edilmesine ve yeterince uygulanamamasına yol açmaktadır.

Emasya Protokolü’nün yeniden düzenlenerek yürürlüğe girmesi gereklidir. Bu protokol, hukuki çerçeveler doğrultusunda revize edilerek, deprem, yangın, sel gibi doğal afetlerde İçişleri Bakanlığı, ilgili bakanlıklar ve Milli Savunma Bakanlığı arasında etkili bir iş birliği ve koordinasyon sağlanmasını hedeflemelidir. Böyle bir iş birliği ile görev ve yetki alanları net bir şekilde belirlenmeli ve bu alanlarda sorumluluklar, ortak alınacak tedbirler doğrultusunda paylaşılmalıdır. Özellikle, deprem, sel ve yangın gibi büyük afetlerin yaşandığı bölgelerde, afetin boyutuna göre valiliklerin onayıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’nin müdahale kapasitesinden faydalanmak, kamu düzeninin yeniden tesis edilmesi ve etkin bir afet yönetimi sağlanması açısından kritik bir rol oynayabilir.

Afetlere karşı etkili bir müdahale sistemi oluşturmak için liyakate dayalı bir yapı kurulması önem taşır. Bu sistemin doğru işlemesi, koordinasyonun sağlanması ve yönetim süreçlerinin başarılı olması için uzmanlaşmış personelin doğru şekilde seçilmesi kritik öneme sahiptir. Afet risklerinin azaltılması, etkin bir yönetim mekanizması ile mümkündür. Bu mekanizma, sadece kamu kurumları ve üniversitelerle sınırlı kalmamalı; sivil toplum kuruluşları, özel sektör ve vatandaşların katılımıyla desteklenmelidir.

Afet risk yönetimi, tehlikeyi anlamak, hazırlıkları yapmak ve riski azaltmak gibi üç temel aşamadan oluşur. Bu süreçte tüm paydaşların görev ve sorumlulukları net bir şekilde belirlenmeli, yeterli bütçe ayrılmalı ve sürdürülebilir yönetim sağlanmalıdır. Afet risk yönetimi uluslararası, ulusal, bölgesel ve yerel seviyelerde gerçekleşir. Bu seviyelerde alınan kararlar, tüm paydaşların katılımıyla birlikte yürütülmelidir.

Ulusal afet risk değerlendirmesi, mevcut yönetim mekanizmalarının geliştirilmesi ve bu sürece sivil toplum, özel sektör ve halkın dahil edilmesiyle gerçekleştirilebilir. Risk azaltma hedefleri doğrultusunda yeni mekanizmalar ve araçlar geliştirilmeli, yeterli bütçe sağlanmalı ve afet risk yönetimi için gerekli veri tabanı oluşturulmalıdır. Ayrıca, risklerin yönetimi, mevcut tehlikelerin kontrolü ve sektörel dirençlilik geliştirilmelidir. Bu çalışmalar, ulusal sürdürülebilir kalkınma planlarına entegre edilmelidir.

Kentsel altyapı ve hizmetlerin afetlere karşı korunabilmesi için, kent yönetimlerinin kapsamlı bir afet risk azaltma stratejisi geliştirmesi zorunludur. Bu stratejinin önceliği, altyapı tesislerinin güçlendirilmesi ve korunması olmalıdır. Altyapının korunması sorumluluğu, bu tesislerin sahibi ya da işletmecisi olan kamu kurumları ve özel sektöre aittir. Bu doğrultuda, mevcut zayıf noktaların ve yetersizliklerin tespiti kritik bir öneme sahiptir. Özellikle, kentsel ulaşım, enerji, bilgi ve iletişim altyapılarının korunması ve geliştirilmesi konularına odaklanılmalıdır.

Kentsel afet risk azaltma stratejisi kapsamında yapılması gerekenler şunlardır:

  • Belediyeler, kentsel altyapı koruma uzmanları istihdam ederek bu alanda uzman desteği almalıdır.
  • Uzmanların bilgi ve deneyimlerinden maksimum düzeyde yararlanılmalıdır.
  • Kentler arasında bilgi paylaşımı teşvik edilmeli ve iş birliği güçlendirilmelidir.
  • Kentsel afet risklerine karşı dayanışma artırılmalı ve ortak hareket edilmelidir.
  • Terörizm ve güvenlik risklerine karşı önleyici ve hazırlık faaliyetlerine önem verilmelidir.
  • Kentsel afet risk analizleri düzenli olarak yapılmalı ve güncellenmelidir.
  • Kentsel afet risk ve kriz yönetim kapasitesi sürekli olarak geliştirilmelidir.

Bu adımlar, kentlerin afetlere karşı daha dirençli hale gelmesini sağlayacak ve kriz anlarında etkin bir yönetim süreci yürütülmesine katkıda bulunacaktır.

Sonuç olarak, afetlere karşı etkili bir mücadele yürütebilmek için yapılacak her türlü değişiklik ve düzenlemenin, toplumun her bireyi ve her kurumu tarafından desteklenmesi gerektiği akılda tutulmalıdır. Afetlerin etkisi sadece tek tek bireylerle sınırlı kalmaz, tüm toplum üzerinde geniş kapsamlı bir etki yaratır. Bu nedenle, afetlere karşı dayanıklılığı artırmak için herkesin katılımı ve iş birliği esastır. Toplumu oluşturan tüm paydaşların ortak çabası olmadan afetlere karşı tam anlamıyla başarılı bir mücadele vermek mümkün değildir.