İki Partili Sistem

Anayasa hukukunun ve de siyaset biliminin temel kavramlarını en büyük ölçüde değiştiren vakıalardan birisinin siyasi partiler olduğunu yadsımak mümkün değil.

Anayasa hukukunun ve de siyaset biliminin temel kavramlarını en büyük ölçüde değiştiren vakıalardan birisinin siyasi partiler olduğunu yadsımak mümkün değil. Örneğin hükümet sistemleri ele alınırken parlamenter sistemin veya başkanlık sisteminin uygulamalarını değerlendirmek ve farklı ülkeler arasındaki yürürlüklerini kıyaslamak siyasi partilerin teşkilatlanma biçimleri ve parti içindeki hiyerarşik ilişkiler göz ardı edilerek değerlendirilemez. Partilerin listesinden milletvekili seçilen yasama organı üyelerinin, o partinin genel başkanının muhtemelen başında bulunduğu yürütme organıyla kurduğu ilişkiyi yasama – yürütme karşıtlığı üzerinden kurması, yasama organı üyesinin kaderine karar verme yetkisi bulunan genel başkanın varlığı düşünüldüğünde pek mümkün değildir. Seçim sistemlerinin değiştirilmesi veya siyasi partilere dair mevzuatın tartışılmasıyla ideal bir sistem arayışı devam etse de siyasi partilere dair yapılan tespitler siyaset sahasında çalışan bütün araştırmacılar için kritik bir önemi haizdir.

Siyasi partilere dair tasnifleri ve araştırmalarıyla hem siyaset bilimi hem anayasa hukuku literatürüne önemli katkılar sağlamış Fransız anayasa hukuku uzmanı ve siyaset bilimci Maurice Duverger’in parti sayılarına göre siyasal sistemleri kategorize ettiği çalışması bu anlamda önemli bir mihenk taşı olarak kabul edilmektedir.  Parti sistemi sınıflandırmasında öncü isimlerden olan Duverger; “tek partili”, “iki partili”, “çok partili” sistemler şeklinde klasik bir ayrım yapmıştır.[1] Tasnifini siyasal yaşamda bulunan partilerin sayısından ziyade yönetmeye talip ve başa geçme yetisine sahip parti sayısına göre yapmış olan Duverger, birçok ülkedeki siyasal sistemi incelemiş ve sistemlerin ülkeden ülkeye farklılaşmasına sebep olan birçok unsuru sıralamıştır. Duverger’e göre gelenek, tarih, dinsel inançlar, etnik birleşim ve ulusal rekabetler ülkelere özgü unsurlar olarak ortaya çıkarken, sosyo-ekonomik, ideolojik ve teknik etkenler genel nitelikte etkenlerdir. Düşünür, parti sisteminin şekillenmesindeki en önemli etkeni ise teknik bir etken olarak seçim sistemi olarak belirlemiştir. Ona göre seçim sistemi, parti sisteminin bir unsurudur. Seçim sistemi ile parti sisteminin karşılıklı olarak birbirini beslediğini düşünen yazar, nispi temsil sisteminin çok partili sistemle, (tek turlu) çoğunluk sisteminin ise iki partili sistemle karşılıklı bir teşvik etme ilişkisi içinde bulunduğunu belirtmektedir.[2]

Duverger’in bu tasnifini yeterince açıklayıcı ve detaylı bulmayan İtalyan siyaset bilimci Giovanni Sartori ise sistemlerde var olan küçük partilerin kuvvetlerine ve partilerin birbiriyle kurdukları ideolojik ilişkileri de ayrımın içine dahil ederek tek partili, iki partili ve çok partili sistemleri de alt kategorilere ayırmıştır. Sartori’nin bu sistemleri tasnifi karmaşıktır. Tek partili sistemleri gerçek tek partili sistem, hegomonyacı tek partili sistem ve hâkim tek partili sistem olarak üçe ayırmış, çok partili sistemleri ise ılımlı çoğulcu parti sistemi, aşırı çoğulcu parti sistemi ve atomlaşmış parti sistemi olarak tasnif etmiştir. Elbette bunların her birinin tanımını yapmak yazının kapsamını aşacağından ve konunun dışına çıkaracağından yalnızca Türk siyasetini ilgilendiren kategorileri ele almakta fayda var.[3] Bu kategorileri ele almadan önce Sartori’nin parti sistemlerine dair tespitleri yaparken yasama organında temsilcisi bulunmayan siyasi partileri dışladığını, parlamentoda temsil edilen siyasi partileri ise sayıma dahil etmek için çeşitli ölçütler geliştirdiğini belirtmek gerekir. Sartori’ye göre parti sayılarına göre parti sistemleri kategorisini tespit etmek için partilerin, koalisyon ve şantaj potansiyeli dikkate alınmalıdır. Koalisyon potansiyeliyle kurulan koalisyon hükümetlerine ortak olabilme ihtimali ifade edilmektedir. Şantaj potansiyeli ise muhalefet görevini yürüten partilerin iktidarda bulunanları korkutabilme veya tedirgin edebilme kabiliyetidir.

Sartori, dört yasama dönemi olarak belirlediği bir süreyi aşan bir şekilde iktidarda kalan bir partinin varlığı durumunda sistemi hâkim tek parti sistemi olarak adlandırmaktadır. Bu sistemde iktidarın el değiştirmesi olasıdır ve iktidar olmak için çalışan siyasi partiler mevcuttur ancak bir parti art arda iktidar olmayı başarabildiği için diğerlerinden üstün konumdadır. Dört yasama dönemi sınırını geçmiş bir AKP iktidarının varlığından ötürü Türkiye’nin ait olduğu düşünülebilecek olan bu sistemin en bariz örneği yıllardır Japonya olarak verilegelmiştir. Ilımlı çoğulcu parti sisteminde yasama organında sınırlı sayıda parti mevcuttur. Bu partilerin aşırı kanatları temsil edenleri ideolojik bir katılık sergilemekte ve hükümetin bir parçası olma iradesi göstermemekteyken merkezde yer alan iki blok arasında iktidar gücü paylaşılmakta veya el değiştirmektedir. Bu sistemde merkez oylar için rekabet eden ve temel konularda uzlaşı gösteren partiler, iki blok etrafında kümelenme eğilimindedir. TBMM aritmetiğinde AKP ve CHP’nin merkez oylar için rekabet ettiği ve bunun dışında kalan ve koalisyon/şantaj potansiyeli bulunan partilerin ideolojik siyasi partiler olduğu önkabulünde Türkiye’deki sistemin ılımlı çoğulcu parti sistemi olduğunu iddia etmek de mümkün olacaktır. Sartori’nin Türkiye’de karşılık bulduğunu düşünmenin mümkün olduğu bir başka kategorisi ise iki partili sistemlerdir. Bu sistemlerin iki ana niteliği bulunmaktadır. İlki, iktidardaki partinin ikincisine ihtiyaç duymadan kendi başına yönetimde kalabilmesidir. Diğeri ise iki büyük parti arasında iktidar değişiminin gerçekleşeceğine ilişkin beklentinin varlığıdır. İki partili sistemlerde sadece iki büyük partinin yer aldığı sonucu çıkarılmamalıdır. Bu sistemde her ne kadar iktidarı elde etme çabası iki parti arasında cereyan etse de bunların dışında başka partiler de siyasal hayatta rol oynamaktadır. Ancak bunlar iktidara ağırlıklarını koyabilme gücünden yoksundurlar. Bu durum iktidar yarışmasında sadece iki büyük partiden birinin iktidar olmasını muhtemel kılmaktadır. Bu da sistemi iki partili sistem durumuna getirmektedir.[4]

Her ne kadar Türkiye’de başkanlık sistemi ve parlamenter sistem tartışmalarında kamuoyu dünyada yeknesak sistemler varmış ve bütün devletler bu iki sistemden birini tercih ediyormuş düşüncesine sahip görünse de hükümet sistemlerinin her ülkede farklı uygulamalara sahne olduğunu söylemek mübalağa etmek olmayacaktır. Her ülkede uygulanan seçim sistemi ve siyasi parti rejimleri başta olmak üzere anayasal tasarımların farklılığı dünyada onlarca farklı hükümet sistemi uygulamasının olduğu tespitini doğurabilmektedir. Örneğin iki partili sistemin en meşhur örnekleri olarak verilebilecek olan Birleşik Krallık ve ABD farklı hükümet sistemlerinin ideal tipleri olarak ele alınıyor olsa da iki partili sistemin yarattığı sonuçlar açısından benzeşmekte, literatürde her ikisi de parlamenter sistem olarak tanımlanan Birleşik Krallık ile Almanya ise siyasi parti sistemlerindeki farklılık nedeniyle epey farklılaşmaktadır. Bu nedenle hükümet sistemlerine ve sistemlerin yarattığı siyasi atmosfere odaklanırken siyasi partilerin oluşturduğu durumun es geçilmemesi elzemdir.

Bütün bu uzun girişin sebebi hikmeti henüz seçimlere üç seneyi aşkın bir süre olmasına rağmen ülkemizde gündemden düşmeyen Cumhurbaşkanlığı adayı meselesini ve bu adaylık tartışmalarının siyasi parti sistemleri açısından doğurabileceği sonuçları inceleyebilmek aslında. 2017 yılında değiştirilen Anayasa hükümleriyle ortaya çıkan Anayasal tasarım, Türkiye’de nevi şahsına münhasır bir sistemi ortaya çıkardı. “Türk Tipi Başkanlık Sistemi” olarak adlandırılan bu sistemin başkanlık sisteminin ayırt edici özelliklerinden farklılaşan özellikleri haiz olduğunu belirtmek, yasama ile yürütme arasındaki ilişkinin “sert kuvvetler ayrılığı” esasına uygun olmadığını tespit etmek gerekiyor. Bu sistem, başkanlık sisteminden çok farklı olarak, Cumhurbaşkanı ile yasama organındaki çoğunluğun aynı siyasi partiden olması halinde TBMM’yi değersizleştiren ve güçsüzleştiren, farklı partilerden olduğu durumda ise krizler ortaya çıkarmaya müsait bir sistem olarak tasarlanmış. Türkiye’de iki seçimdir aynı ittifakın yasama organını ve yürütmeyi belirleyen her iki sandıktan da zaferle çıkmış olması nedeniyle etkisiz kalmış olan yasama organı hükümet sisteminin niteliğiyle birlikte siyasi parti sisteminin ne’liğini de belirlemekten hayli uzak.

Dolayısıyla önümüzdeki yıllarda üçüncü kez belirlenecek olan “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin Cumhurbaşkanı” olmaya adaylık aslında siyasi parti sistemimizi de belirlemesi açısından önem arz etmekte. 1990’lı yılların aşırı çoğulcu parti sistemi ve 2002 ile 2018 arasında var olduğu iddia edilebilecek olan ılımlı çoğulcu parti sistemi artık yok. 2018’de dört adayla, 2023’de ise üç adayla geçirilen[5] ve yerel seçimler de dahil olmak üzere ittifak modellerinin her seçim daha fazla önem kazandığı bir atmosferde 2028 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’ne kaç adayla gireceğimiz sorusunun cevabı CBHS’nin devamı halinde ülkemizdeki siyasi parti sisteminin de adını koyacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın veya seçime giremeyeceği için belirleyeceği adayının, ana muhalefet partisinin ön seçimine tek aday olarak girecek olan Ekrem İmamoğlu’yla yarışacağı bir senaryo Türkiye’nin de ABD gibi iki partili bir başkanlık sistemi haline geleceği anlamına gelebilir.[6] Seçimin ilk turda bitmesini engelleyecek ve kendisi kalamaması halinde ikinci tura kalan adaylarla koalisyon ve şantaj potansiyelini kullanabilecek bir üçüncü adayın varlığı ise iki adaylı sistemlerde seslerini duyurması mümkün olmayan seçmenin istek ve beklentilerini dile getirmesi açısından değerli olacaktır.

Üçüncü aday olarak ortaya çıkması en muhtemel kişinin Mansur Yavaş olması ise kaderin bir cilvesi olarak değerlendirilebilir. Zira Mansur Bey, 2017’de Anayasa değişikliği referandumuna hayır oyu verilmesi çağrısı yaparken yayınladığı ve hayli ses getiren kampanya videosunda, yakasında üç hilal rozeti bulunan bir seçmenin sandıkta AKP ve CHP adayları arasında tercih yapamamasını konu etmişti. Kim bilir belki de videodaki seçmenin çaresizliğine çözüm bulmak kendisine nasip olur. Böylece bundan on yıllar sonra siyaset bilimciler ve Anayasa hukukçuları Türkiye’yi ılımlı çoğulcu parti sistemi başlığı altında incelerler.

Dipnotlar

[1] Duverger, M. (1993). Siyasi partiler. (Çev. Ergun Özbudun). Bilgi Yayınevi, s. 278-335.

[2] Atılgan, G., & Aytekin, E. A. (2017). Siyaset bilimi kavramlar, ideolojiler, disiplinler arası ilişkiler. Yordam Kitap.

[3] Detaylı bilgi için incelenebilir: Sartori, G. (2005). Parties and party systems: a framework for analysis. ECPR Press.

[4] Teziç, E. (2016). Anayasa hukuku. Beta Yayınları, s. 413.

[5] Muharrem İnce’nin seçimlere birkaç gün kala çekilmiş olması sebebiyle üç olarak değerlendirilmiştir.

[6] Belirtmek gerekir ki burada DEM Parti’nin aday çıkarması Sartori’nin tasnifinde sistemin iki partili olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir.