Türk Politik Elitleri Değişiyor: 60 Yıl Sonra Yeniden

Adını koymakta görüş ayrılıkları olsa da 2023 Genel ve 2024 Yerel Seçimlerinin netleştirdiği bir tablo ile karşı karşıya Türkiye. Çok partili hayata geçişimizden beri halkta kredibilitesi en yüksek lider olan Erdoğan’ın tüm maharetlerine rağmen ancak buraya kadar geciktirebildiği bir değişimle karşı karşıyayız.

Adını koymakta görüş ayrılıkları olsa da 2023 Genel ve 2024 Yerel Seçimlerinin netleştirdiği bir tablo ile karşı karşıya Türkiye. Çok partili hayata geçişimizden beri halkta kredibilitesi en yüksek lider olan Erdoğan’ın tüm maharetlerine rağmen ancak buraya kadar geciktirebildiği bir değişimle karşı karşıyayız. Adını koyalım: Türk siyasetinde yaşananın adı nesil değişimidir. Benzer ölçektekini en son 60 yıl kadar önce tecrübe ettiğimiz bir politik elit değişimi. 60’lı yıllar cumhuriyetin kurucu kadrolarının siyasetten çekildiği ve yerlerini hemen hemen genç cumhuriyetle yaşıt yeni isimlere bıraktıkları yıllar oldu. 60’ların ortalarından 70’lerin başına kadar olan kısa sürede Türk siyaset sahnesine her biri birer ekol oluşturacak olan liderler çıktı. 1964’te 40 yaşındaki Süleyman Demirel Adalet Partisi’nin genel başkanlığına seçildi. 1965’te 48 yaşındaki Alparslan Türkeş daha sonra MHP’ye dönüşecek olan CKMP’nin genel başkanı oldu. 1970’te 44 yaşındaki Necmettin Erbakan milli görüş geleneğinin ilk partisi olan Milli Nizam Partisi’ni kurarak genel başkanı oldu. 1972’de 47 yaşındaki Bülent Ecevit parti içi mücadelede mağlup ettiği İsmet Paşa’nın istifasıyla boşalan CHP Genel Başkanlığı koltuğuna oturdu. Demirel genel başkan seçilmeden 2 yıl önce siyasete girmişti. Türkeş siyasete resmen dahil olduğu sene genel başkanlığı kazanmıştı. Erbakan bağımsız milletvekili seçilerek siyasete girdikten 1 yıl sonra kendi partisini kurmuştu. Ecevit ise 1957 seçimlerinde milletvekili seçildikten 15 yıl sonra genel başkan seçilmişti. Ecevit’in nesildaşlarına kıyasla daha uzun bir sürecin sonunda liderliğini kabul ettirmesini cumhuriyetin kurucu babalarından İsmet Paşa’nın oldukça uzun siyasi hayatına bağlamak yanlış olmaz.

Demirel 64’ten cumhurbaşkanlığı süresinin sona erdiği 2000’e kadar 36 yıl, Türkeş 65’teki genel başkan seçilişinden 1997’deki vefatına kadar 32 yıl, Erbakan 70’teki genel başkanlığından 2011’deki vefatına kadar 41 yıl, Ecevit ise 72’de genel başkan seçilmesinden 2004’te aktif siyaseti bırakmasına kadar 32 yıl Türk politik hayatının en önemli liderleri oldular. Aynı nesilden olan Turgut Özal da söz konusu dörtlünün domine ettiği demokratik politik hayatın askeri darbeyle kesintiye uğramasının ardından çıktığı siyasi sahnede 10 yıl başat rol oynadı. Özal’ın 10 yılının (83-93) ilk yarısının siyasi yasaklar nedeniyle Demirel, Türkeş, Erbakan ve Ecevit’siz geçtiğini hatırlatmakta fayda var.

Bu dörtlü fenomen lider nesli 90’ların sonu 2000’lerin başında arkalarında büyük siyasi miraslar bırakarak sahneden çekildi. Oluşan büyük politik boşluk yeni bir lider nesli tarafından doldurulamadı. Tayyip Erdoğan’ın liderliği bir bakıma bu büyük boşluktaki  “yalnız” liderlik oldu. Bu “yalnızlığı” yoğun halk desteğiyle bir nevi siyasi tekele evrilirken politik ve ekonomik başarısızlıklarından minimum hasarla çıkabilmesini de sağladı. Elbette Erdoğan her ne kadar politik rakiplerinin kendi sıkletinde olmamasının rahatlığını daima yaşasa da özellikle ilk dönemlerinde “müesses nizam”la mücadelesinde politik maharetini ortaya koydu. En iyi olduğu alanlardan biri olan yeni ittifaklar kurma konusunda üst düzey bir performans sergiledi. Genel başkanların çok ve değişken olduğu, liderler sahnesinde ise Erdoğan yalnızlığının hüküm sürdüğü 20 yıllık bu dönem 2019’da sarsılmaya, 2024’te ise siyasi akıbeti bakımından yaygın olarak öngörülmeye başlandı. Her ne kadar tarihler İstanbul’u öne çıkarıyor gibi olsa da aslında yaşanan yeni bir politik elit neslinin sahneye çıkışıdır.

1970 doğumlu Ekrem İmamoğlu’nun 2019’da İstanbul Belediye Başkanlığı’nı kazanması büyük ses getirmişti. Az farkla kazandığı ilk seçimden iktidarın baskısıyla gidilen ikinci seçime kadar uzanan süreçteki siyasi performansı ve ikinci seçimdeki büyük fark İmamoğlu’nun İstanbul’la yetinmeyeceğinin göstergesiydi. Erdoğan’ın İstanbul’u kaybetmesine neden olan yeni siyasi fenomenin kendisi için oluşturduğu politik tehdidi fark etmesi uzun sürmedi. Siyasi yasak gölgesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne merkezi idarenin yarattığı zorluklar, yaygın basın-yayın kuşatmasıyla yaklaşan bu siyasi tehdidi sınırlandırmaya çalıştı. 2023’te istediği rakiple yarışmayı başaran Erdoğan, seçim sonrası rakibini koruyamadı. İmamoğlu’nun başını çektiği ekibin parti içi siyasi mücadeleden galip çıkmasıyla CHP 2024 Belediye Seçimlerinde büyük bir zafer kazandı. Bugün itibariyle olası siyasi yasak gölgesi hala İmamoğlu’nun üstünde. Ama olası olanın hayata geçtiği senaryonun bile İmamoğlu’nun ilerleyişini durduramayacağını söylemek mümkün.

İmamoğlu kendisinden önceki siyasi liderlerde pek gözlemlemediğimiz özelliklerle öne çıktı. Vatandaşla temasını onun kadar sıcak tutan, bunun için doğal olmadığına dair bir emareye rastlamadığımız hiperaktif bir performans ortaya koyuyor. İkna etme konusunda uçlarda yaşadığı bir azme sahip. Diyalog kurma konusundaki şahsi kabiliyetinin siyasi ittifaklar oluşturma noktasında sonuçlara yansıdığını görüyoruz. Özal’ı anımsatan 4 eğilimi birleştirme siyasetine çok uygun bir politik isim İmamoğlu. Örneğin Esenyurt’ta HDP/Yeşil Sol’un aday çıkarmamasını sağlayan, o cenahın sevdiği bir ismi CHP’den aday gösterip belediye başkanı yaparken milliyetçi kimliğiyle bilinen bir emniyet müdürünü Büyükşehir Zabıta Daire Başkanı olarak atayabiliyor. Alevilerin dini ihtiyaçlarını kolaylaştırmada yeni adımlar atarken sünni-sofu bazı yapılarla iş birliğinden de kaçınmıyor. Trabzonlu olmanın “doğal milliyetçi” görünmesine katkısının farkında ve bu katkının ona sağladığı hareket alanını kullanmada aktif davranıyor. Eyüp Sultan’da Kuran okuyan, iyi Akçaabat horonu oynayan, Karadeniz aksanlı birinin HDP, Yeşil Sol temaslarının kamuoyunda oluşturabileceği tepkiye karşı bir bağışıklık oluşturduğu açık. Horon kısmı hariç, Erdoğan’ın bu bağışıklığın nimetlerinden faydalandığını yakın geçmişte görmüştük. Bu doğal ve verili yönlerinin ötesinde en dikkat çekici özelliğinin yetkin insan bulma ve değerlendirme konusunda olduğu görülüyor. 2019’dan beri “no name” pek çok ismin önce belediye yönetiminde sonra politik alanda öne çıktığını gördük. İstanbul Gemi Mühendisleri Odası Başkanlığı yapmış ilk kadın olan Sinem Dedetaş’ı Şehir Hatları Genel Müdürü yapan, buradaki fark yaratan çalışmalarından sonra 2024’te Üsküdar Belediye Başkanı Adaylığını sağlayan ve nihayetinde Üsküdar Belediye Başkan olması için önünü açan İmamoğlu’ydu. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde sanat ve mimarlık tarihi uzmanıyken 2019’da İBB’nin Kültür Varlıkları Dairesi Başkanı yaptığı, daha sonra sorumluluk alanını genişleterek İBB Genel Sekreter Yardımcısı yaptığı Mahir Polat’ı 2024 yerel seçimlerinde Fatih Belediye Başkan Adayı yaptı. Polat, AK Parti’nin kalesi olarak bilinen Fatih’te seçimi 7 bin oy farkla kaybetti. Bununla birlikte hem İBB’deki görevinde hem de seçim sürecinde iktidarı oldukça zorlayan çalışmalara imza attı. Doğalgaz İthalatçıları Derneği Başkanlığından İBB’ye transfer ettiği ve İBB İGDAŞ Genel Müdürü olarak atadığı Mithat Bülent Özmen’in 2024 seçimlerinde Eyüp Sultan Belediye Başkanı seçilmesi de İmamoğlu’nun yetkin isim seçimi ve değerlendirmesine iyi bir örnek. Doktorasını Japonya’da, Nagoya Üniversitesi’nde raylı sistemler üzerine yapan İTÜ’lü öğretim üyesi Pelin Alpkökin’i İBB’nin Raylı Sistem Daire Başkanı yapması ve sonrasında ulaşımdan sorumlu genel sekreter yardımcısı ataması da dikkat çekici bir “head hunter” başarısı. Yönetici seçme kabiliyeti halkla kurduğu sıcak ilişki ile birleşince oluşan icracı/popüler lider figürü İmamoğlu’nu yeni politik lider neslinin eşitlerarası birincisi yapıyor.

1979 doğumlu Fatih Erbakan 2018’de Yeniden Refah Partisi’nin kurdu ve genel başkanı seçildi. Partisinin temellerini babası Necmettin Erbakan’ın partisindeki genel başkanlık yarışını kaybetmesinin ardından teşkilatlanmasına hız verdiği Necmettin Erbakan Vakfı ile atmıştı. Tıpkı babası gibi sıkça karikatürize edilmeye çalışıldı. Esasında bunu yapmaya çalışanlara malzeme verme konusunda yine tıpkı babası gibi oldukça cömertti. Partisinin ilk yılları AK Parti’nin domine ettiği sahada varlık gösterme çabasıyla geçti. Bu yıllarda başarılı olduğu söylenemez. Bununla birlikte Milli Görüş geleneğindeki hızlı teşkilatlanma becerisine sahip bir yapı vücuda getirebildi. Bu çekirdek yapı AK Parti’nin ekonomik başarısızlıkları ve Saadet Partisi’nin 6’lı masadaki erime süreciyle birleşince Erbakan’ın alanı genişledi. Aşı karşıtı tavrı, iktidarın sesini yükseltmemeyi tercih ettiği muhafazakar hassasiyet barındıran konulardaki yüksek perdeden çıkışları ve klasik Milli Görüş demografisine ulaşımdaki kabiliyetiyle partisini büyüttü. En stratejik hamlesi ise yeterli imzayı toplaması kesinleşmişken Erdoğan lehine adaylıktan çekilmesi oldu. Bu hamlesi Kılıçdaroğlu’na karşı oluşan yaygın sağ ve muhafazakar endişeyi teskin eden ve neticesi itibariyle Erdoğan’ın zaferinde ana pay sahiplerinden biri yaptı Fatih Erbakan’ı. Erdoğan’la birlikte verdiği resimler ve aldığı pozisyon Erbakan’ı hızla Cumhur İttifakı kitlesi nazarında siyaseten olumladı. Seçimin hemen ardından iktidara muhalefete devam etmesi ve belediye seçimlerine giden süreçte işbirliği tekliflerine yanaşmaması halkta karşılık buldu. Üye sayısı bakımından ülkenin en büyük 3. partisi olan Yeniden Refah Partisi, 2024’te hem belediye başkanlığı seçiminde hem de il genel meclisi seçiminde Türkiye’nin en büyük 3. partisi oldu. İl genel meclisindeki oyu neredeyse %7’ye ulaştı. Biri büyükşehir olan Şanlıurfa olmak üzere iki il ve 39 ilçe belediyesi kazandı. Neredeyse AK Parti kurulduğundan beri iktidarın oy havuzundan oy almayı amaçlayan pek çok partinin yapamadığını başarmış oldu Yeniden Refah Partisi. Hem sosyokültürel olarak AK Parti dışında siyaset alanı bulmakta zorlanan kesimler için güvenli bir politik alan inşa etmiş oldu hem de en kritik anda verdiği destekle Erdoğan’ın yeniden seçilmesinde büyük pay sahibi olarak iktidarın kara propagandasına karşı “aşılı” bir lider haline geldi. Fatih Erbakan Türk siyasetinde ilk defa babasının partisinden ayrılarak siyasette lider olarak tutunabilmiş isim oldu. Bunu babasının genel başkanlığını yaptığı partide babasının arkadaşlarıyla yarışa girip kaybettikten sonra tabandan tavana teşkilatlanarak başardı. Önemli bir kısmında iktidarın baskısına rağmen ilerledi. Gerek oturduğu geleneksel İslamcı ideolojik zemin gerekse şahsi siyasi direnci Erbakan’ı uzun soluklu yeni nesil bir lider yapıyor.

1973 doğumlu Selahattin Demirtaş siyasi tarihimizde en uzun süre hapishanede kalan genel başkan olarak kendisinde bulunan “rekoru” her gün geliştirmeye devam ediyor. Her ne kadar darbe girişimi sonrası ortaya çıkan atmosferde hendek olaylarına ve başka pek çok davaya dayanarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararına rağmen içeride tutulsa da Demirtaş’ın asıl siyasi tehdit olarak algılanması 2015 Haziran seçimlerine uzanıyor. 2014’te genel başkan olarak seçildiği HDP ile liderliğinin birinci yılında girdiği genel seçimlerde %13 oy aldı Demirtaş. Bu oran 1990’da kurulan bu siyasi ekolün ilk partisi HEP’ten bugüne kadar alınmış en yüksek oydu.80 milletvekili kazanmışlar, oylarını İstanbul’da 10,2’ye, Mersin’de 17,9’a, Erzurum’da 17,8’e, Diyarbakır’da %77,7’ye çıkarmışlardı. Ak Parti iktidarı krize girmiş ve Kasım’da tartışmalı bir süreç sonunda yeniden seçime giderek konsolidasyonu sağlayabilmişti. Açıktı ki Demirtaş “ayrılıkçı” bir siyasi gelenekte yetişmesine rağmen partisinin klasik seçmeninden öteye uzanma konusunda yetenekliydi. Her türlü baskıya karşı siyaseten dirençliydi. Bu baskı zaman zaman PKK terör örgütünden de geliyordu. Demirtaş’ın 2014’ten bugüne süregelen liderliği özellikle 2016’da hapishaneye girişiyle fiziki yoklukla da sınanmış ve kendisini ispatlamış bir liderlik olarak tanımlanabilir. 2018’de hapishanedeyken aday olduğu cumhurbaşkanlığı seçiminde en çok oy alan 3. aday olması da bu bağlamda dikkat çekicidir.

Bölücü örgütün ağır gölgesinin daima varlık gösteregeldiği bu siyasi gelenekte son 10 yılda zayıflayan bir Öcalan imgesine karşılık içeride olduğu yıllarda da güçlenen bir Demirtaş’tan bahsetmek yanlış olmaz. Hatta 2023 Genel Seçimlerinden sonra aktif siyaseti bıraktığını açıklayan Demirtaş kendisine rağmen süren bir liderlik onayına sahip partilileri nezdinde. Kamuoyunda iktidarla anlaştığı takdirde özgürlüğüne kavuşabileceğine dair yaygın bir kabul olmasına rağmen Demirtaş’ın hapiste olması kendi siyasi kitlesinin ötesinde bir politik meşruiyet kazanmasına da yol açtı. Bu bakımdan Selahattin Demirtaş’ın cezaevinde de olsa partisinin genel başkanı da olsa Türk politik hayatının en önemli figürlerinden birisi olduğu açıktır.

1954 doğumlu Recep Tayyip Erdoğan cumhuriyet tarihimizin en uzun süreli iktidarının sahibi, çok partili dönemin en çok seçim kazanan lideri. Mevcut anayasaya  ve defaatle belirttiği şahsi beyanlarına göre cumhurbaşkanlığında son dönemi. Elbette anayasa değiştirilebilir, daima bulunageldiği gibi bir formül üretilebilir veya şahsi arzusu değişebilir. Tekrar aday olsa da, yerine birini işaret etse de kaçınılmaz olan başlayan köklü değişimlerin durdurulmasının mümkün olmadığıdır. Bazen orantısız güç kullanımlarıyla geciktirilebilirler ama ortadan kaldırılamazlar.

AK Parti geleneğinde olası Erdoğan sonrası dönem için ismi geçenlerin tümünün şahsi aurasının Erdoğan’la kıyaslanamayacak kadar zayıf olduğu görülüyor. Erdoğan’ın rasyonel politik karşıtları da kabul edecektir ki Erdoğan pek çok bakımdan başarılı bulunmayabilir ama siyasi liderlik bakımından başarısı apaçık ortadadır. Lider partilerinin en büyük dezavantajlarından birisi liderin kültleşmesi ve bu siyasi kültleşmenin kadrolardan yeteneğiyle temayüz etmiş lider adayları için aşılması zor bir bariyer oluşturmasıdır. Bu bariyer nedeniyle Erdoğan sonrası parti içi muhtemel lider adaylarının tümü özgül ağırlıkları bakımından yetersiz görünmektedir. Bu nedenle Erdoğan sonrası dönem için AK Parti’nin genel başkanının aktif siyaset dışından ama Erdoğan’la bağı tartışılamayacak biri olacağını öngörmek mümkün.

Hem savunma sanayiinde yaptığı oyun değiştirici yatırımlar hem de bu nedenle edindiği toplumsal itibar sebebiyle bu isim Erdoğan’ın damadı 1979 doğumlu Selçuk Bayraktar olabilir. Bayraktar’ın babası Özdemir Bayraktar Milli Görüş geleneğine bağlı Trabzonlu bir mühendisti. Kabataş Lisesi’nden İTÜ’ye uzanan eğitim hayatından sonra ömrünü savunma sanayii konusunda idealist hamleler yapmaya vakfetmişti. Baba Bayraktar iki oğlunun da bu idealist hamlelerinin devamı için gereken eğitimleri almaları konusunda titiz davrandı. Küçük oğlu Selçuk Bayraktar Robert Kolej sonrası İTÜ’de Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği eğitimi aldı. Sonrasında Pensilvanya Üniversitesi’nde ilk yüksek lisansını, MIT’de ise ikinci yüksek lisansını yaptı. Muhafazakar gelenekte Necmettin Erbakan’la başlayan “teknik üniversiteli  dindar mühendis” figürünün en son ve en popüler örneği Selçuk Bayraktar oldu. Bayraktar’ın en dikkat çekici taraflarından biri Türkiye’nin en güçlü isminin damadı olmasına rağmen Erdoğan’ın gölgesinin altında ezilmemesiydi. Bilindiği üzere büyük politik hırslara sahip Berat Albayrak hem Erdoğan’ın “konforlu “gölgesinin altında kalmış hem de politik hayatını tanzim etmede oldukça başarısız olmuştu. Bayraktar ise muhalefetin sıklıkla dillendirdiği “damat ayrıcalıkları” iddialarından beklenen toplumsal imaj hasarını almadığı gibi Cumhur İttifakı seçmen kitlesinin ötesinde bir toplumsal kabule ulaştı. Ürettikleri İHA-SİHA sistemlerinin küresel başarısı zaten bu sahada başarı özlemi yüksek olan geniş kitlelerde yankı uyandırdı. Suriye ve Irak ile sınırlarımız içindeki terör operasyonlarında ürettikleri sistemlerin başarısı, Karabağ Savaşı’ndaki rolleri ve Ukrayna-Rusya savaşında Ukrayna lehine aldıkları inisiyatif de bu geniş kabulü arttırdı. Milli güvenlik söz konusu olunca iktidarla uyuma özen gösteren muhalefet geleneği Bayraktar’ı politik kutuplaşmanın hasarlarından önemli ölçüde korumuş oldu. Bu korunmuşluk, Erdoğan isminin altında ezilmeyen bir kimlik olarak var olabilmesi ve imkanlarının genişliği Erdoğan sonrası için AK Parti’nin ülke genelindeki siyasi elit değişimine verebileceği en makul seçenek olarak Selçuk Bayraktar’ı öne çıkarıyor. Aktif politikada hiç bulunmamış olmasının Erdoğan gibi bir siyasi ittifak ve idare uzmanından sonra yaşanacak dalgalanmada önemli bir risk faktörü olduğu da ifade edilebilir.

Türkiye’de birkaç yıl önce başlayan politik elit değişimi aynı zamanda bir nesil değişimi anlamı da taşıyor. Kuvvetle muhtemel önümüzdeki genel seçimlerle bu değişim büyük oranda tamamlanmış olacak. Yeni politik elitlerin Demirel, Türkeş, Erbakan ve Ecevit dörtlüsü kadar uzun soluklu olup olamayacaklarını öngörmek zor olsa da, neredeyse çeyrek asırlık, zirvedeki Erdoğan yalnızlığını yeni liderlerin yaşamayacağını söyleyebiliriz.