Ak Parti kongresinde yeni oluşan MKYK pek çoklarınca yeni transferlerin hızla parti yönetimine dâhil edilmeleri bakımından dikkat çekici bulundu. Bunun bir haber değeri olduğu muhakkak. Bununla birlikte dikkatleri çekmeye asıl layık olanın partinin kritik önemdeki iki koltuğuna oturanlar olduğu kanaatindeyim. İktidar partisi genel sekreterliğine 32 yaşındaki Eyyüp Kadir İnan getirildi. İnan partinin bir önceki gençlik kolları genel başkanıydı. 11 milyonu aşkın üyesi olan Ak Parti’nin teşkilat başkanlığını ise 35 yaşındaki Ahmet Büyükgümüş yürütecek artık. Büyükgümüş de İnan’dan önce partinin gençlik kolları genel başkanıydı. Bu durumu daha iyi kavramak için iktidar adayı CHP’de bu makamlarda bulunan isimlere göz atmakta fayda var. CHP’nin genel sekreterlik makamındaki isim Selin Sayek Böke. Böke 53 yaşında. Ana muhalefetin teşkilat başkanlığı ise, bu önemli görevin bir başkasında bulunması uygun görülmemiş olacak ki, doğrudan genel başkana bırakılmış. Bu durumda 35 yaşındaki Ak Partili teşkilat başkanı Büyükgümüş’ün sorumluluk alanı bakımından mevkidaşının CHP Genel Başkanı Sayın Özgür Özel olduğunu söyleyebiliriz. Özel 51 yaşında… Ki kendisi genel başkan seçildiğinde parti üst yönetiminde bariz bir gençleşme olmuştu. Buna rağmen iktidar partisinin omurgasının ana muhalefetten hâlâ çok genç olduğunu görüyoruz. Peki bu durum yalnız parti üst yönetiminde seçili kritik koltuklar için mi böyle? Hayır değil.
Son genel seçimde oluşan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde en genç 5 milletvekilinin 4’ü Ak Partili, 1‘i ise Dem Partili. En genç 6. ve 7. milletvekilleri de iktidar partisine mensup. TBMM’nin en yaşlı 5 milletvekili arasında ise Ak Parti’den isim bulunmuyor. En yaşlı 5 vekilin 2’si CHP, 1’İ İyi Parti, 1’i Yeniden Refah Partisi ve 1’i de DEM Partili.
Bir süredir anketlerde başa baş yarışan iki partinin ülkenin en büyük iki şehrini kimlere emanet ettiğine baktığımızda da iktidarın gençlik üstünlüğünün devam ettiğini görüyoruz. CHP’deki değişim sürecinde CHP İstanbul İl Başkanlığı’nı kazanan Özgür Çelik oldukça genç bir il başkanı. Çelik 44 yaşında. Ak Parti’nin yeni İstanbul İl Başkanı Abdullah Özdemir ise 42 yaşında. Ankara’da ise CHP’deki değişim sürecinde Kılıçdaroğlu’nu destekleyen Ümit Erkol il başkanlığını sürdürüyor. Erkol 63 yaşında. İktidar partisinin Ankara İl Başkanı Hakan Han Özcan ise 42 yaşında.
Bu tablo son değişim sürecinde genel başkanını gençleştirmeyi başarmış ve muhtemelen rakibine göre genç bir cumhurbaşkanı adayı çıkaracak olan CHP’nin aynı demografik yenilenmeyi yaygınlaştıramadığını gösteriyor. Ak Parti Sayın Erdoğan’ın yaşını gençliği yukarı kademelere çekerek tolere ederken CHP rakibine göre “yaşlı” kalan kadrosunu değişim sürecinde “görece” gençleşen en üst yönetimiyle zindeleştirme gayretinde.
CHP’nin genel kadrolarda gençleşmeye karşı direnci CHP’ye özgü bir durum değil. Türk siyasetinde yaygın bir vaziyet. Bugün 60 yaş üstü olan yani 1965 öncesi doğanlar Türk politik hayatının en dirençli ve siyasi iştahı yüksek nesli. Bu istisnai jenerasyonun dominant varlığı kendisinden sonraki nesillerin politik yaşam alanlarını önemli ölçüde daraltıyor. Ak Parti bu “sağlıksız” daralmayı lider partisi olmanın ve söz konusu liderin bu tip tıkanmalara karşı politik cerrahi müdahale kabiliyetinin avantajıyla aşabiliyor. Bu müdahaleler bir nevi tıkanan damara stent takılmasını andıran aksiyonlar.
Türk politik hayatının cumhuriyet döneminde bir dönemden fazla ülkeyi yönetebilmiş liderlerin iktidara gelme yaşlarına bakmak “liderlik zamanı”na dair bir kanaat verebilir. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk Milli Mücadele’nin liderliğini üstlendiği 1919’da 38, mücadeleyi kurumsallaştırmak için kurduğu meclisin başkanı olarak seçildiği 1920’de 39 yaşındaydı. İsmet İnönü de ilk kez başbakanlığı üstlendiği 1923’te 39’undaydı. Adnan Menderes İsmet Paşa’yı sandıkla devirdiği 1950’de 51 yaşındaydı. Süleyman Demirel başbakanlık makamına ilk defa oturduğu 1965 yılında 41’indeydi. Bülent Ecevit’in 1974 tarihindeki ilk başbakanlığı ise 49 yaşına rastlar. 1983’te Turgut Özal 56’sında, 2003’te Tayyip Erdoğan ise 49 yaşında başbakan olmuşlardı. Erdoğan malum siyasi engeli nedeniyle Abdullah Gül’ün geçici başbakanlığı sonrasında makama geçmişti. Fiili seçilmiş liderliğini baz alırsak, yani 2002 tarihini, 48 yaşını kabul etmek daha uygun olabilir.
Bugüne döndüğümüzde politik sahnenin 1 numaralı koltuğuna oturacak kişiyi belirleyecek olan önümüzdeki seçimde 3 olası aday var. İlki çeyrek yüzyıla yakındır Türkiye’yi yönetmek gibi görülmemiş bir başarının sahibi olan Tayyip Erdoğan. 2002’nin “genç” lideri bugün 71 yaşında. Bununla birlikte 32 yaşında bir genel sekreteri ve 35 yaşında bir teşkilat başkanı var. Şahsi kararlarıyla yüzde yüz uyumlu bir “devleti” olduğunu da hanesine emsalsiz bir avantaj olarak yazmak gerekir. 2. aday ise Ekrem İmamoğlu. 55 yaşında. “Gençliğimiz var!” mottosuyla siyasi tarihe şimdiden geçen İmamoğlu genel seçim 2 sene sonra yapılır ve cumhurbaşkanı seçilebilirse 57 yaşında ülkeyi yönetmeye başlamış olacak. Bu bakımdan biraz önce saydığım 7 liderin en yaşlı iş başına geleni olan Özal’ın elinden “en yaşlı” seçilen lider unvanını almış olacak. Ekrem Bey’in talihsizliği “dirençli neslin” hem iktidar hem de muhalefette en muktedir olduğu dönemde tepeye güreşmesi oldu. Böyle olmasaydı 2023 genel seçimi neticesinde, 53 yaşındayken, ülkeyi yönetmeye başlaması muhtemeldi. İmamoğlu’nun en büyük iki avantajı benzerlerinin çok önünde seyreden siyasal iletişim becerisi ve yine benzerlerinin önündeki nitelikli kadrosu. 3. aday Mansur Yavaş’ın en büyük avantajı doğrudan toplumsal karşılığından geliyor. Son 2 yılda en yakın rakibine toplumsal beğeni oranında ortalama 10 puanlık bir üstünlük sağlayan Yavaş, son yerel seçimlerde iktidar adayının 30 puan önünde ipi göğüslemişti. Yavaş da Erdoğan gibi “dirençli” nesle mensup… 70 yaşında…
Türkiye’de bir sonraki seçimle iktidar değişikliği olup olmayacağı, daha da önemlisi ülkeyi kimin yöneteceği politik hayatın olağan akışında gidip gitmeyeceği ile doğrudan ilgili kabul ediliyor pek çok analist tarafından. Denilebilir ki; bu kadar “olağan dışı” gündem içinde olağan akıştan bahsetmek bir nevi Polyannacılık sayılmaz mı? Haklı bir soru gibi görünebilir. Ama her ülke için geçerli değil bu durum. Sık olağandışılıkların olağanlaştığı bizim gibi ülkelerde “hayatın olağan akışı” bir bakıma anomalileri içinde barındıran bir süreç anlamı da taşıyor. Ne bağımsızlığımızı ve cumhuriyetimizi borçlu olduğumuz Atatürk ne darbe atmosferinin antidemokratik zemininden sıyrılan Özal ne de devrin müesses nizamının elinden kurtulmayı başaran Erdoğan süt liman bir akışta ülkenin yönetimini üstlenmediler. Tarihi bambaşka seviyede bir başarının sahibi olmakla beraber Mustafa Kemal’in Atatürk olmadan önceki siyasi mücadele hayatı askeri başarılarının gölgesinde kalmayacak kadar yorucu ve büyüktür.
Merhum Demirel’in kimilerince totoloji olarak görülen ama çoğu zaman hakikat dozu yüksek analizler olarak kabul edilmeye layık sözlerine nazire babında bitireyim. Türkiye’de hayatın olağan akışındaki olağandışılıklar fevkalade olağandır. Olacak olan, maalesef, bu tuhaf olağanlıkta olmak durumundadır.