Ekonomi Politikaları İçinde Yapısal Reformların Yeri
Hükümetlerin uyguladıkları ekonomi politikaları, ekonomik değişkenler ve ekonomik yapı üzerinde “dolaysız” ve “dolaylı” biçimde “az” veya “çok” etkiler yaratır. Bu etkiler çoğu kez zamana yayılarak ve değişen derecelerde ortaya çıkabilirler, yani ille de derhal ve bir seferde gerçekleşmezler. Üstelik bu etkilerin bir kısmı olumlu, diğer kısmı ise olumsuzdur.
Uygulanan ekonomi politikalarını genelde makroekonomi politikaları ve yapısal politikalar veya reformlar diye iki başlık altında sınıflandırabiliriz (Kibritçioğlu, 2021):
(1) Maliye, para, dış ticaret ve döviz kuru (veya rezerv) politikası gibi başlıca makroekonomi (veya süreç/konjonktür) politikalarının amacı genelde mal ve hizmet piyasalarındaki toplam talebi etkileyerek kısa dönemde özellikle aktüel reel gayrisafi yurtiçi hasılayı yükseltmek, istihdamı artırmak ve fiyat istikrarsızlıklarını gidermektir.
(2) Yapısal politikalar veya reformlar ise genelde arz yönlüdürler ve uzun vadeli iktisadi büyümeyle[1] birlikte gelir dağılımının iyileşmesini sağlayacak bir “ekonomik yapı değişmesi” yaratabilmek amacıyla tasarlanıp uygulanırlar.[2]
Ekonomik yapı, iktisatta çok sık kullanılan, ama muhtemelen iktisadın en az tanımlanan kavramlarından biridir. Belirli bir anda bir iktisadî ortamdaki bileşenlerin arasındaki nispi istikrarlı ilişkileri veya bir ekonomik değişkenin kompozisyonunu, o ortamın veya değişkenin “yapı”sı; toplam çıktı, talep, istihdam, ithalat-ihracat gibi makroekonomik değişkenlerin kompozisyonunda zaman içinde meydana gelen değişmeleri ise “yapısal değişme” olarak adlandırabiliriz (Tezel, 2003: 57). Dolayısıyla, yapısal politika veya reform da, özetle bir ekonominin yapısını, işletmelerin ve insanların faaliyet gösterdiği kurumsal ve düzenleyici çerçeveyi değiştirerek ekonominin “sağlam” olmasını ve büyüme potansiyelini dengeli bir şekilde ve daha iyi gerçekleştirebilmesini sağlamak için tasarlanan önlemler bütünü olarak kabul edilebilir (ECB, 2017). Kuşkusuz, Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) bu yapısal reform tanımındaki uzun vadeli iktisadi büyüme hedefinin yanına “adil bölüşüm”ü de eklemek yerinde olacaktır.
Konuyu biraz daha açmak gerekirse, (tam istihdam varsayımı altında) kişi başına reel (sabit fiyatlarla) gayri safi hasılası (GSYH) artmakta olan bir ekonomide, bu uzun vadeli büyüme süreci aynı zamanda olası (arz yönlü) yapısal reformların da etkisiyle bir yapısal dönüşüm ve gelir dağılımı (bölüşüm) değişikliği süreci de yaşar. Başka bir deyişle, yapısal reformlar; fizikî sermaye gibi temellere (İng. fundamentals) yapılan yatırımların iktisadi büyümeyi artırıcı etkisini güçlendirici etkiye sahiptir ve iktisadi büyüme ve dolayısıyla kalkınma sürecinin hızlı ve sürdürülebilir olması açısından yatırımlar ve yapısal politikaların ikisine birden ihtiyaç duyulur. Aksine, örneğin sadece fizikî sermaye yatırımlarına veya yapısal reformlara başvurulduğunda, (uzun vadeli) iktisadi büyüme yavaş ve/veya düşük gerçekleşecektir (McMillan et al., 2016: 7).
Yapısal Reformların Türleri
Dünyanın çeşitli ülkelerinde uygulanagelen zengin yapısal politika uygulaması örnekleri hakkında OECD bünyesinde hazırlanan “Yapısal Politika Göstergeleri Veri Tabanı”nda (SPIDER) yer alan yüzlerce değişken kategorisi dört ana kategori itibariyle Tablo 1’de özetlenmiştir.[3] Veri tabanı, üç ana politika değişkeni türünü içermektedir: (1) “Hukuki ve Siyasi Kurumlar”, (2) “Çerçeve Koşulları, Düzenlemeleri ve Politikaları” ve (3) hem politikalarla sıkı sıkıya ilgili hem de daha geniş (makroekonomik) anlamdaki “Sonuç Değişkenleri”. Ek veya dördüncü bir kategori de, çoğunlukla zaman içinde çok yavaş değişen ülke özelliklerine ilişkin (coğrafya veya sosyal değerler gibi) göstergeleri içerir.
Tablo 1: OECD’nin Yapısal Politika Göstergeleri Veri Tabanında (SPIDER) Yer Alan Temel Değişken Kategorileri
1. HUKUKİ VE SİYASİ KURUMLAR |
Siyasi Sistem (10) |
Yargı Sistemi (11) |
Yönetişim (17) |
2. ÇERÇEVE KOŞULLAR, DÜZENLEMELER VE POLİTİKALAR |
Düzenli İş Sözleşmelerinin Düzenlenmesi (9) |
Ürün Pazarı Yönetmeliği (29) |
Piyasaya Giriş Engelleri ve Kamu Ortaklığı (8) |
İş Yapma (134) |
Rekabet Hukuku ve Politikası (15) |
Konut (5) |
Ücret Belirleme (12) |
İşçi Dışı Vergilendirme (10) |
İşçi Vergileri (32) |
3a. KANALA ÖZGÜ POLİTİKALAR VE ARA SONUÇLAR |
İnovasyon Politikaları (Proxy’leri) (47) |
İşsizlik Maaşı (13) |
Etkinleştirme (32) |
Emeklilik Sistemi (26) |
Aile ve Çocuk Politikaları (21) |
Göç(menlik) (12) |
Cinsiyet (3) |
Finansal Kalkınma (15) |
Sağlık (23) |
Eğitim ve Beceriler (45) |
Çeşitli (3) |
3b. SONUÇLAR |
İşgücü Piyasası Sonuçları (39) |
Sanayi Yapısı (30) |
Kalkınma (14) |
Çevre (8) |
Altyapı (21) |
Kamu Maliyesi ve Malî Değişkenler (37) |
Seçilmiş Makroekonomik Değişkenler (89) |
Göç (2) |
Döngüyü Yakalayan Değişkenler (2) |
4. ÜLKE KARAKTERİSTİKLERİ |
Coğrafya (25) |
Sosyal Değerler (10) |
Demografi (23) |
Tarih (7) |
Dil / Etnik Köken / Din (11) |
Çeşitli (1) |
Kaynak: Égert et al. (2017).
Açıklama: Her bir alt kategorinin kapsadığı göstergelerin sayısı ayraç içinde belirtilmiştir.
SPIDER, yaklaşık 50 farklı OECD ve OECD dışı veri kaynağından yaklaşık 450 politika ve kurumsal gösterge, politika ve makroekonomik sonuçları kapsayan 500 değişken ve ülke özelliklerini içermektedir. Veri tabanında derlenen politika değişkenleri yıllık veya daha az sıklıktadır (her beş yılda bir veya yalnızca bir kez) ve Haziran 2015 itibariyle derlenmiştir (Égert et al., 2017).
Yapısal politikalar özellikleri itibariyle genelde ya “serbest piyasa yanlısı”, ya da “devletçi/müdahaleci” nitelikte olur. Serbest piyasa yanlısı yapısal politikaların kamuoyundaki tartışmalarda bazen “neoliberal politikalar” (NP) olarak adlandırıldığı da görülür. Başlıca serbest piyasa yanlısı politikalar arasında özelleştirme, de-regülasyon, gelir vergisi indirimi ve işgücü piyasasının “esnekleştirilmesi” gibi arz-yönlü politikalar dikkat çeker.[4] Müdahaleci veya özü itibariyle devletçi yapısal politikalara örnek olarak ise kamusal altyapı yatırımları, kamusal eğitim ve sağlık harcamaları/yatırımları ve mesleki eğitim gösterilebilir. Bir ekonominin uzun vadeli sürdürülebilir büyümesini hızlandırabilmek için bir bütünlük ve tutarlılık içinde hazırlanması gereken yapısal reform paketinin tasarlanmasında, bu iki eğilimdeki politikalardan hangisine ağırlık verileceği, kuşkusuz, iktidardaki partinin/partilerin siyasi tercihlerine bağlıdır.
Hangi nitelikte olursa olsun, bütün bu arz-yönlü yapısal politikaların uygulanıp uzun vadeli iktisadi büyümeyi hızlandırma ve daha adil bir gelir dağılımı yaratma açısından olumlu sonuç vermesi genellikle (çok) uzun yıllar alacaktır. O nedenle, çoğu zaman hükümetler, kendilerinin iktidardaki görev sürelerini aşabilecek, yani çabuk sonuç vermeyen (ve belki de toplumsal dirençle karşılaşabilecekleri bu tür uzun vadeli politikaları tasarlayıp uygulamaktan kaçınırlar. Bu nedenle, IMF’nin Ekim 2024’te yayınlanan Dünyanın Ekonomik Görünümü Raporunun üçüncü bölümünde, “önemli reformlar için kamuoyu desteği oluşturmada erken dönemde iki yönlü diyaloğun önemi” vurgulanmaktadır (IMF, 2024). Çünkü, raporun bulgularına göre, vatandaşları yapısal politika tasarımına dahil etmek, “mülkiyeti teşvik edecek, endişeleri proaktif olarak ele alacak ve uygulanacak yapısal politikalara güven yaratacaktır”.
Türkiye’nin “Geciken” Yapısal Reformları
Türkiye, 2000-2001 bankacılık ve döviz kuru krizini takiben 2002-2005 yıllarında ciddi ve etkili bir dezenflasyon sürecine girdi. 2004-2008 döneminden bu yana ise, düşen enflasyon ortamında mal ve hizmet üretim kapasitemizin ve üretim faktörlerimizin üretkenliğinin artırılabilmesi için pek çok iktisatçı, çeşitli muhalefet partisi temsilcileri ve hatta iktidar partisi temsilcileri ve bakanlar bile sık sık bir “yapısal reform” ihtiyacından söz eder oldular. Ancak, bugüne dek Türkiye’de böyle bir yapısal reform süreci hâlâ “başlatılabilmiş” değil. Yapısal reform adı altında bugüne dek yapılan düzenleme ve müdahaleler ise çoğu kez bazı bölgesel veya sektörel “teşvik politikası” uygulamalarının veya “sosyal güvenlik düzenlemeleri”nin ötesine geçemedi. O yüzden 2024 yılı sonu itibariyle bile hâlâ yapısal reformların Türkiye’nin sorunlarına çare olabileceği iddia edilmeye devam ediliyor. Bu reform önerilerinin çoğu kez “hukukun üstünlüğü”nün (İng. rule of law) sağlanması ana ekseni etrafında tasarlandığını görmekteyiz. Belirtmek gerekir ki, bu eksen, aslında yukarıdaki Tablo 1’de sadece birinci kategori başlığı altındaki değişkenlere denk düşmektedir.
Oluşmakta Olan “Yeni Küresel Ekonomi”nin Ana Hatları ve Artan “Büyük Dönüşüm” Baskısı
Oysa, artık içinde bulunduğumuz küresel ekonomik ortam, Türkiye’de yapısal reform taleplerinin yoğun biçimde dile getirilmeye başlandığı 2004-2005 yıllarındaki ortamla aynı değildir. 1990’larda, uluslararası mal ticaretinin dünya genelinde yaygın biçimde liberalize edilmesi ve (özellikle taşımacılık ve iletişim alanlarındaki) güçlü süreç ve ürün inovasyonlarının etkisiyle hem mal ve hizmet üretimi hem de onların uluslararası ticareti büyük bir hızla arttı. Bu süreçte ticaretteki artış üretimdeki artıştan daha hızlı olunca, ülke ekonomilerinin birbirlerine karşılıklı bağımlılıklarının artması anlamındaki “ekonomik küreselleşme”de geçmiş yüzyıllardaki küreselleşmelere kıyasla çok daha büyük bir yeni dalga oluştu.
2000’den bu yana geçen 20-25 yıl boyunca, net sonuçlarının ne olacağını henüz kestiremediğimiz pek çok olumlu ve olumsuz ekonomik ve siyasi gelişmeler bir arada gerçekleşmektedir. Doğal olarak Türkiye’yi de etkileyen bu önemli gelişmeleri, şu dokuz başlık altında özetleyebiliriz:
(a) İnsanların yeryüzündeki ekonomik faaliyetlerinin doğrudan ve “küresel ısınma”[5] ile “çevre kirliliği” aracılığıyla yol açtığı ekolojik tahribat (buzulların erimesi, iklim değişikliği, biyoçeşitlilik kaybı ve ormansızlaşma gibi) genişledi. Başka bir deyişle, iktisadi büyümenin olumlu refah artışı etkisine ilaveten, istenmeyen bir yan etki olarak “negatif çevre dışsallıkları”[6] hızla arttı. İktisadi faaliyetlerin ve büyümenin olumsuz dışsallıklarını olabildiğince bertaraf etmek için dünyanın bütün ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de artık yapılması gereken şey, yeni ve yeşil enerji, çevre ve iklim politikaları ile mevcut “kahverengi” (yani fosil yakıt kullanımına dayalı) ekonomiyi “yeşil” (yani yenilenebilir enerji kaynaklarına ağırlık veren) bir ekonomiye dönüştürmektir. Yeşil ekonomiye geçiş sürecinin ana eksenini ise gerek küresel, gerek ulusal, gerekse sektörel düzeyde onyıllarca sürebilecek ve karmaşık bir enerji dönüşümü süreci oluşturmaktadır.[7] Üstelik bu dönüşüm doğası gereği yeni ve yeşil inovasyonlar ile bir yeşil finansman sistemine ihtiyaç duymaktadır. Çünkü “karbonsuz” (veya hiç değilse “düşük karbonlu”) ve çevre tahribatlarını kaynağında önleyen bir yeşil ekonomiye geçiş, mevcut “kahverengi” teknolojilerle gerçekleştirilemez ve dolayısıyla oldukça pahalı ve zaman alacak bir süreçtir. Ancak, bu dönüşümü (daha fazla) geciktirmek, ilgili ülkeler için çok daha pahalıya mal olacaktır.
(b) Yeşil dönüşüm fosil yakıt kaynaklarından çıkış sürecini tetiklemektedir. Bu nedenle, kömür madenciliği gibi ilgili firma veya sektörlerde çalışanların uğrayacakları olası iş (ve dolayısıyla gelir) kayıplarının daha dönüşümün başındayken bir adil geçiş (İng. just transition) süreci tasarlanarak minimize edilmesi gerekmektedir. Bu zorunlu adil sosyal dönüşüm sürecinin kapsamı veya önemi örneğin Türkiye açısından daha da büyüktür. Çünkü işgücü piyasalarındaki maaş, ücret ve aylıkların asgari ücrete yakınsa(tıl)aması süreci, basit bazı işgücü piyasası düzenlemeleri veya sadece sıradan bir sosyal güvenlik reformu ile giderilemeyecek derin olumsuzluklar yaratmış bulunmaktadır (Kibritçioğlu, 2024a ve 2024b).
(c) Küresel ısınmanın olumsuz sonuçlarının coğrafi olarak yer yer hızla belirginleşmesi, uluslararası düzeydeki gelir dağılımı eşitsizliği sorunları ve etnik/siyasi savaş veya çatışmalar gibi çeşitli etkenler 2000’lerde zengin ve/veya daha güvenli ülkelere doğru giderek yükselen bir “uluslararası göç” dalgası yarattı. Bu göç dalgası beraberinde gerek geçiş gerekse hedef ülkelerde köklü ekonomik, siyasi ve kültürel sorunlar, hatta gerilimler doğurdu.
(d) Diğer yandan da 1990’larda başlayan son ekonomik küreselleşmenin (özellikle gelir dağılımı üzerinde) olumsuz etkiler yarattığı gerekçesiyle çeşitli ülkelerde yaygın itirazlar yükseldi. O nedenle, ekonomik küreselleşme sürecinde yer almaya devam edecek (yani iktisadi açıdan dünyanın geri kalan kısmına kapanmaya kalkışmayacak) olan ülkelerin hükümetleri, artık küreselleşmeden gerçekten olumsuz biçimde etkilenen ekonomik aktörlerin tepkilerini giderecek, daha açıkçası onların zararlarını tazmin edecek politikalar üretmek zorundalar.
(e) Küreselleşmenin olumsuz etkileriyle ilgili sosyal tepkilere, 2007-2010 yılları arasında ABD’de başlayıp başta AB ekonomileri olmak üzere dünyanın pek çok ekonomisine yayılan finansal kriz ve durgunluk nedeniyle piyasaların düzenlenmesi (İng. regulation) ve gelir bölüşümünde adalet talepleri de eklendi. Eşitsizlik ve yoksulluk konuları sanayileşmiş ülkelerden başlayarak küresel ölçekte artık çok daha fazla ve yaygın tartışılır hale geldi.[8] Zira fark edildi ki, eşitsizlik, yoksulluk ve açlık gibi sorunlar aslında toplumsal sağlık ve dolayısıyla sosyal refah ile çok yakından ilişkili sorunlardır (örn. bkz. Deaton, 2013).
(f) Önceden gerçekleşme ihtimali olduğu kabul edilse de bu ihtimalin çok düşük olduğu düşünülen/sanılan (bkz. Deutscher Bundestag, 2013) büyük bir yerel sağlık krizi, 2020-2022 arasındaki COVID-19 pandemisinde olduğu gibi, küresel mal tedarik zincirlerinde ciddi aksamalara da yol açan dev bir küresel pandemi dalgasına dönüştü. Batı ekonomilerinde pek çok firma gelecekteki bu tür olası aksamaları yeterince erken öngörebilmek için “erken uyarı sistemleri” geliştirmeye başladı (bkz. Dütsch ve Langner, 2024).
(g) Dünya, son birkaç onyıl içinde hızla ABD’ye ekonomik ve siyasi rakip olarak ortaya çıkmakta olan Çin ve Hindistan gibi yeni süper-güçlerin “çok kutuplu” hale getirdiği bir dünyaya dönüştü. Bu sürecin kısa, orta ve uzun vadede tek tek ülkeler ve bir bütün olarak dünya için ne gibi ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel sonuçlar yaratacağı henüz yeterince netleşmiş değil.
(h) Yeni (dijital) teknolojiler gerek işgücü piyasalarında otomatizasyona sebep olarak, gerek emek-yoğun dijital hizmetlerin yurt dışına aktarımının artmasına yol açarak, gerekse verilerin ve bilginin küreselleşmesine sebep olarak “maddi olmayan varlıkların dijitalleştirildiği bir süreç” yarattı (Sander, 2022). 18. yüzyılın ikinci yarısında başlayan sanayi devrimi, 2000’lerde artık dördüncü aşamasına ulaşmış durumda. Dijital dönüşüm olarak adlandırabileceğimiz bu dördüncü sanayi devriminin önümüzdeki onyıllarda, Birleşmiş Milletler’in İnsani Gelişmişlik Endeksindeki yükselişe bugüne dek en yüksek birikimli katkıyı yaptığı tahmin edilen 1900’lerin ilk yarısındaki ikinci sanayi devriminden daha büyük bir birikimli etki yaratıp yaratmayacağını şu aşamada kestirmek pek de kolay değil (Schwab ve Davis, 2018: Şekil 2). Dijital dönüşüm baskısının belki bir olumlu yanı, yeşil inovasyonların yaratılmasını kolaylaştırıcı veya önemli bir destek yaratabilecek nitelikte olmasıdır: Yeşil ve dijital inovasyonlar.
(i) Son olarak eklemek gerekir ki, bu güncel küreselleşme ve sanayi devrimi dalgalarının ortaya çıktığı son birkaç onyıl boyunca yoğunlaşan ekonomik, çevresel, jeopolitik, toplumsal (salgın riskleri dahil) ve teknolojik riskler ile bunlar arasındaki etkileşim ve karmaşık ilişkiler de son derece dikkat çekici boyutlardadır (WEF, 2024). O nedenle, bu risklerin de reform politikaları tasarımında dikkate alınması zorunludur.
Özetle, Türkiye’nin gecikmiş yapısal reformlarını 21. yüzyılın ilk çeyreği artık biterken daha da fazla gecikmeden tasarlayıp hayata geçirmesi yerine, bütün bu güncel gelişme ve eğilimleri bir bütün olarak dikkate alarak çok daha kapsamlı ve köklü bir dönüşüm süreci tasarlamak zorunda olduğu ortadadır. Bu dönüşümün adı, son yıllarda bazen dile getirildiği gibi ikiz veya üçüz dönüşüm değil, ancak Büyük Dönüşüm (İng. Great Transformation) olabilir, olmalıdır. Bu süreç, aşağıda daha açık sergileneceği üzere hem ulusal hem de yerel yönetimler düzeyinde tasarlanmalıdır ve dönüşüm sürecinin şekillendirilmesinde sadece kamu kesiminin değil, özel kesimin, üniversitelerin ve sivil toplum kuruluşlarının da aktif katılımı ve işbirliği hayati önem taşımaktadır.
Ulusal “Büyüme Hedefi” Yerine “Sürdülebilir Kalkınma Hedefleri Demeti”
Küresel mal, hizmet ve işgücü piyasalarında bu köklü değişikliklere yol açmakta olan yukarıdaki önemli gelişmeler karşısında, oluşmakta olan “yeni dünya ekonomisi”ni şekillendirmeye katkıda bulunabilmek için küresel, bölgesel, ulusal ve yerel düzeylerde yeni bir yönetişim (İng. governance) anlayışına veya düzenine geçilmesi gerektiği açıktır (Sander, 2022). Tam da bu ortamda, zaten mevcut olanlara ilaveten yeni ortaya çıkmakta olan küresel ve ulusal sorunlarla mücadele edebilmek için ülke hükümetlerinin kendilerine “yüksek büyüme” ve “düşük enflasyon” gibi bir veya birkaç “sade” hedef seçmek yerine, tıpkı Birleşmiş Milletler’in “Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri”nde (17 Sustainable Development Goals) olduğu gibi, geniş bir “hedefler demeti”ni tercih etmeleri artık kaçınılmaz hale gelmiş gözükmektedir. Üniversitelerle işbirliği içindeki kamu kesimi (yerel yönetimler dahil), özel firmalar ve sivil toplum kuruluşlarının her biri için hem ayrı ayrı hem de ortak olarak geçerli olacak/olan bu kapsamlı hedefler demetine (17 sürdürülebilir kalkınma hedefine) ulaşabilmek için ise geniş ve birbirleriyle olabildiğince tutarlı bir “politikalar demeti”ne ihtiyaç duyulacağı ortadadır.
Ulusal Refah Artışı İçin “Büyük Dönüşüm” Politikaları Demeti
2025 yılına girerken Türkiye’nin (ve dünyanın diğer bütün ülkelerinin) sürdürülebilir kalkınması ve yaygın ve köklü biçimde “yenilenmesi” için ortada, yukarıda gerekçeleri açıklanan bir Büyük Dönüşüm’e (BD) ihtiyacı bulunmaktadır. Sürdürülebilir kalkınmaya yönelik ulusal BD politikaları sadece yapısal değil, aynı zamanda (yukarıda özetlendiği gibi) şekillenmekte olan yeni küresel ekonomik ortam gereği yeşil, dijital, adil ve sosyal nitelikte de olmalıdır. Dahası bu “politikalar demeti”, mutlaka enflasyon ve işsizlik gibi kısa vadeli sorunların çözümü için uygulanacak olan hem birbirleriyle hem de uzun vadeli BD politikalarıyla uyumlu/tutarlı kısa vadeli makroekonomi politikalarıyla da bir arada tasarlanıp uygulamaya koyulmalıdır.
Bu bağlamda, Türkiye’de BD politikalarını bir bütün olarak ve birbirleriyle uyumlu biçimde tasarlayacak (örneğin uzman kamu kesimi, özel sektör ve sivil toplum kuruluşu temsilcilerinden oluşan) ortak bir koordinasyon birimine ihtiyaç bulunduğu gibi, ulusal BD politikalarının uluslararası kurum ve anlaşmalarla uyumu için de ilgili bütün kurum ve ülkelerle uluslararası işbirliği yapılması gerekeceği de ortadadır. Burada sözü edilen koordinasyon birimi veya kurumu akla belki ilk planda geçmişte kamu kesimindeki Devlet Planlama Teşkilatı’nı (DPT) getirebilir. Ama kastedilen, ondan daha farklı yapıdaki, katılımcıları itibariyle daha kapsayıcı ve ortak bir ulusal koordinasyon kurumudur.
Sonuç olarak, böylesine karmaşık ve dinamik bir küresel ekonomik ortamda yapısal politikalar dışındaki BD politikaları dikkate alınmadan tasarlanıp yürürlüğe koyulacak olan dönüşüm politikaları, Türkiye’nin ulusal refah artışı[9] elde etmesini sağlayacak olan sürdürülebilir kalkınma patikasında yeterince güçlü ve hızlı adımlar atabilmesi için son derece gereklidir, ama dünyadaki (bu yazıda özetlenen) güncel gelişme, eğilim, risk ve baskıları ihmal ettiği için (artık) asla tek başına yeterli olmayacaktır.
Kaynakça
Deaton, A. (2013). The Great Escape: Health, Wealth, and the Origins of Inequality. Princeton ve Oxford: Princeton University Press.
Deutscher Bundestag (2013): Risikoanalyse Bevölkerungsschutz bei Pandemie durch Virus ‘Modi-SARS’. Berlin: DB, 17. Wahlperiode, Drucksache, 17/12051.
Dütsch, L. ve D. Langner (2024). “Lieferketten: Weniger Unterbruch dank Frühwarnsystemen”. Die Volkswirtschaft, erişim (04.01.2024): https://dievolkswirtschaft.ch/de/2024/01/lieferketten-weniger-unterbruch-dank-fruehwarnsystemen/.
ECB (2017). “What are structural reforms?” European Central Bank (ECB).
Égert, B., P. Gal ve I. Wanner (2017). “Structural policy indicators database for economic research (SPIDER)”, OECD Economics Department Working Papers, No. 1429, OECD Publishing, Paris.
Eğilmez, M. (2022). Yapısal Reformlar ve Türkiye. İstanbul: Remzi Kitabevi.
IMF (2024). World Economic Outlook (Ch. 3: Understanding the Social Acceptability of Structural Reforms). Washington, DC: International Monetary Fund (IMF).
Kibritçioğlu, A. (2021). “Ekonomi Politikalarının Dolaylı Etkileri: Kredibilite, Riskler ve Bekleyişler”, İktisat ve Toplum Dergisi, Sayı 134 (Aralık), s. 50-54.
Kibritçioğlu, A. (2024a). Türkiye’de Asgari Ücret Uygulaması, Emekli ve Akademisyen Maaşları ve Ülke Genelinde “Çoklu Asgari Aylık Sistemi”ne Geçiş Gereksinimi. Ankara: TEPAV Tartışma Tebliğleri Serisi, No. WP202401.
Kibritçioğlu, A. (2024b). Türkiye’de Maaş ve Ücretlerin Asgari Ücrete Yakınsaması ve İlgili Gelir Dağılımı Sorunları. TEPAV Tartışma Tebliğleri Serisi, No. WP202402.
McMillan, M. et al. (2016). “Structural Change, Fundamentals and Growth”. İçinde: McMillan M..; D. Rodrik; C. Sepulveda (derl.), Structural Change, Fundamentals and Growth: A Framework and Case Studies. Washington, DC: International Food Policy Research Institute.
NASA (2024). “What is Climate Change?” Erişim (07.12.2024): https://science.nasa.gov/climate-change/what-is-climate-change/
Sander, H. (2022). Understanding the New Global Economy. Londra ve New York: Routledge.
Schwab, K. ve N. Davis (2018). Shaping the Future of the Fourth Industrial Revolution: A Guide to Building a Better World. Penguin.
Smil, V. (2010). Energy Transitions: History, Requirements, Prospects. Santa Barbara: Praeger/ABC CLIO.
Tezel, Y. S. (2003). İktisadi Büyüme. Ankara: İmaj Yayıncılık.
Thieme, S. (2024). Wohlstand: Ideengeschichtliche Positionen von der Frühgeschichte bis heute. Verlag Barbara Budrich.
WEF (2024). The Global Risks Report 2024. Cologny/Geneva: World Economic Forum (WEF).
Williamson, J. (2004). A Short History of the Washington Consensus, “From the Washington Consensus towards a new Global Governance” Konferansı, Barcelona, 24–25 Eylül.
Son Notlar
[1] Uzun vadeli iktisadi büyüme, bir ülke ekonomisinde işgücü ve fizikî sermaye gibi üretim faktörlerinin miktar ve/veya kalitelerindeki artışlar ve/veya teknolojik gelişme sonucunda toplam mal ve hizmet kapasitesinin genişlemesi ve üretim faktörlerinin üretkenliklerinin artması sürecidir. Kişi başına reel (sabit fiyatlarla) gayri-safi yurtiçi hasılanın arttığı bu sürece yapısal değişme ve/veya gelir bölüşümü etkileri de eşlik eder. Sürecin “uzun” vadeli olarak nitelenmesinin sebebi, üretim kapasitesinin ve faktör üretkenliğinin görünen belirleyicilerinin artması veya iyileşebilmesi için “uzun” yılların geçmesinin gerekmesidir. Ülkenin üretim kapasitesi ve üretim teknolojileri (kısa dönemde) sabitken üretilen mal ve hizmet miktarlarının artırılması ise iktisatçılar tarafından “kısa” vadeli büyüme olarak adlandırılır. Örneğin talep artınca üretim tesislerinin (kapasitesi sabitken) kapasite kullanım oranlarının yüksel(til)mesi yoluyla reel hasılanın artırılması, uzun vadeli büyümedeki gibi uzun bir zaman dilimini gerektirmeyeceğinden, bu tür büyüme “kısa” vadeli olarak kabul edilir.
[2] Başka bir deyişle, makroekonomik politikalara genelde, “çıktı açığı”nı (İng. output gap) azaltmak için başvurulurken, yapısal politikalara daha çok, kişi başına reel çıktının artırılmasını, yani “trend çıktı”nın (İng. trend output) pozitif eğilim kazanmasını sağlayabilmek (veya pozitif eğilimini artırabilmek) için başvurulur.
[3] Yapısal reformların çeşitli türlerinin daha farklı bir sınıflandırması için Eğilmez (2022)’ye bakılabilir.
[4] NP kavramının yakından ilişkili olduğu bir başka kavram ise “Washington Konsensüsü”dür (WK). NP ve WK kavramlarının kökenleri, anlamları ve ilişkileri hakkında ayrıntılı bilgilenmek için, başlangıç noktası olarak Williamson (2004)’e bakılması yararlı olacaktır.
[5] Küresel ısınma, Dünya atmosferindeki ısı tutucu sera gazı seviyelerini artıran, başta fosil yakıt yakma olmak üzere insan faaliyetleri nedeniyle sanayi öncesi dönemden beri (1850-1900) gözlemlenen Dünya’nın iklim sisteminin uzun vadeli ısınmasıdır. İklim değişikliği terimi ise hem insan kaynaklı hem de doğal olarak üretilen ısınmayı ve bunun gezegenimiz üzerindeki etkilerini ifade eder. En yaygın olarak, Dünya’nın küresel yüzey sıcaklığındaki ortalama artış olarak ölçülür. Bkz. NASA (2024).
[6] İktisat literatürüne göre, çevresel dışsallıklar; tüketici faydasını ve işletme maliyetini etkileyen mal ve hizmet üretim ve tüketiminin (piyasa mekanizması içinde) telafi edilmeyen olumsuz çevresel etkileridir. Negatif dışsallıkların varlığı, üretimin toplam (sosyal) maliyetinin özel maliyetinden daha yüksek olmasına yol açar ve bu nedenle piyasa aksamasına (İng. market failure) sebep olarak ilgili piyasalara hükümet müdahalesi için bir gerekçe yaratır: Toplam (Sosyal) Maliyet = Özel Maliyet + Dışsal Maliyet.
[7] Smil (2010)’a göre, enerji dönüşümü (Alm. Energiewende, İng. energy transition) en yaygın olarak birincil enerji arzının bileşimindeki (yapısındaki) değişikliği, belirli bir enerji dağıtım modelinden bir enerji sisteminin yeni bir enerji dağıtım durumuna kademeli geçişi tanımlamak için kullanılır.
[8] Bu vesileyle, akademik iktisatçılar da yoksulluk ve eşitsizlik gibi konular hakkında daha çok araştırma yapar ve tartışır hale geldiler. Oysa zaten en baştan (belki de birinci sanayi devriminden?) beri iktisatçılar, ulusların zenginleşme sürecinin aynı zamanda bir ekonomik yapı değişmesi ve bölüşüm değişikliği süreci de olduğunu biliyor, ama bu konulara genelde yeterince “kafa yormuyorlardı”.
[9] Burada, “ulusal refah artışı” derken, tıpkı sürdürülebilir kalkınma hedefleri demetinde olduğu gibi, kişi başına reel gelir artışının ötesine geçen bir çok boyutlu refah artışını kastetmekteyim. “Refah” (İng. wealth, Alm. Wohlstand) kavramının iktisat literatüründeki anlamını kişi başına reel GSYH artışlarıyla sınırlamayan yaklaşımlarla ilgili oldukça geniş bir kavramsal literatür taraması ve değerlendirmesi için Thieme (2024)’e bakılabilir.